"Ey bahtsız! Tarihinin hiçbir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Laboratuvarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine körlük perdesi indirdi."
Güneşin çıkmasını fırsat bilip Boğaz kıyısına oturmuşum, tabletimden okuduğum biyoteknoloji üzerine makaleden not alayım derken defterimde karşıma bu satırlar çıkıyor...
Peyami Safa'nın "Yalnızız"ından bir alıntı...
Tevafuk.
***
Huysuz bir ırmak deryaya doğru hızla akıyor sanki.
Öyle bir romancı Safa...
Tamam! Tamam!
"Fatih-Harbiye"yi okumuşsunuzdur.
Çünkü adı bile toplumumuzdaki Doğu- Batı çekişmesinin tabelası gibi, okumamak olmaz.
Ya ötesi?
Peyami Safa bundan ibaret değil.
Her anlatısı bir cevher.
Ben de geçen gün birden fark ettim ki, mesela "Biz İnsanlar" romanını çok uzun bir zamandır ihmal edip bir daha okumayı akıl edememişim. (Halbuki, iyi okumak tekrar okumaktır!)
***
Yukarıda "Yalnızız"dan aldığım paragrafın sonu nasıl geliyor biliyor musunuz?***
Ha, ne oldu derseniz...***
Neyse...
"Biz İnsanlar" demiştim, değil mi?
Darmadağın kitaplığımda bulursam yeniden okumaya başlayayım, olmazsa gidip alayım.
Bir yerinde şöyle diyordu romanın kahramanı...
"Ne zaman uçacağını bilmeyen bir kuşa benziyorum; aklım ve mantığım, topal bir kâhya gibi, gayri iradi hareketlerimin peşinden koşuyor."