Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Bizi sade yabancılar değil yerliler de bazen yanlış anlar...

Türkçe bilmeyen yabancılarla onların konuştuğu dilleri bilmeyenlerin nasıl diyalog kurmaya çalıştıklarını sizler de izlemişsinizdir.
Yeni Stratejik Müttefik Amerika'nın asker aileleri 1950'lerin başında Ankara'ya geldiklerinde, mahalle aralarındaki evleri kiralayarak bizlere karışmayı amaçlamışlardı.
Çocukları da bizlerle birlikte oynardı...
Yemek vakti geldiğinde bunlardan birinin oturduğu evdeki hizmetçi, her öğlen aynı saatte pencereyi açıp "Kaminsene ulan" diye bağırırdı.
Bu kadın acaba ailenin diğer fertleri ile nasıl anlaşırdı, bilmiyorum.
Bizim çocukluk arkadaşlarından biri de, bu Amerikalı çocukla anlaşmak için Türkçe kelimeleri kendince İngilizceleştirerek söylerdi.
"Lütfen" yerine u harfini uzatarak "Luufın" derdi mesela.
Kısacası dilimizi bilmeyen yabancılarla anlaşmak için bu çeşit sayısız yöntem üretiriz.
Mesela Türkçe cümleleri bağırarak söyledikleri zaman dilimizi bilmeyen yabancıların da bunları anladığına dönük inancın sahibi sayısız vatandaşımız vardır.

De Gaulle'ün Türkçesi

Bir de Fransızca bütün kelimelerin sonunda "asyon" ekinin bulunduğuna dönük yaygın bir inanç yok mudur?
Charles de Gaulle'ün Ankara ziyaretinde geçen diyalogu hatırlarsınız belki.
Ankara Belediye Başkanı, Fransız Cumhurbaşkanı'na kentin yeniden yapılanmasını anlatır.
- Ankara'da elektrifikasyonu tamamladık, kanalizasyon ağını genişlettik, bir reklamasyon merkezi kurduk, ayrıca komünikasyon alanında da yatırımlar yapıyoruz, der.
Tercüman bunları de Gaulle'e çevirmeye yeltenince Fransız devlet adamı onu susturur.
- Ben galiba Türkçe biliyorum, çünkü söylenenlerin hepsini anladım, der.
Yabancıların bizi anlamalarında da özellikle biçimsel sorunlar vardır.
Mesela Ömer Seyfettin'in "Gizli Mabet"inin kahramanı Sermet bir yabancıyı (Frenk) bir yaşlı İstanbul kadınının (Sermet'in süt annesi) evinde konuk eder.
Sermet ertesi sabah bu yabancının tuttuğu notlardaki şu satırları okur:
- ... Sabahleyin gayet erken uyandım. Yataktan kalktım... Ayaklarımın ucuna basarak dışarı çıktım. Karşıda bir oda vardı. Kapısı aralıktı. Yavaşça ittim. Bir de ne göreyim? Gizli bir aile mabedi!.. Köşelerde ağır ceviz ağacından yapılmış, demir çemberli mezarlar duruyor. Şüphesiz bu mezarlarda sevgili ölülerin mumyaları var. Bir tanesini açmağa çalıştım. Mümkün değil, kilitli! Sonra yerde irili ufaklı birçok kaplar duruyor. Bazıları bakırdan, bazıları porselenden! İçlerinde kıymetlileri var, meselâ kapının hizasında, birinci mezarın önündeki gayet kıymetli, etrafı altınla yaldızlanmış bir kap... Kaplarda mukaddes sular duruyor. Bazısında taşacak derecede çok. Mekke'nin, Medine'nin, kim bilir, hangi meçhul, hangi mukaddes köşelerinden gelen bu esrarlı, bu mukaddes sulardan tattım...

Sandık odası ve smokin

Bu satırları okuyan Sermet bir kahkaha atar ve yabancı konuğa "Ayol sen gizli mabede girmemişsin" der..
- Ya nereye girmişim?..
- Sütannemin sandık odasına!
Sonra yabancının mezar zannettiklerinin çeyiz sandığı, sıvı dolu kapların yağmurda akan dam yüzünden her yere serpiştirilmiş leğenler olduklarını anlatır.
"Görüntü" ile "Gerçek" arasındaki ilişkinin bazen yerlileri de şaşırttığı olmaz mı?
Mesela Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Çankaya'daki Cumhuriyet Resepsiyonu izlenimlerini şöyle yazmıştı dün:
- Cumhurbaşkanı'nı çok formda gördüm. Eşi de öyleydi... Cumhurbaşkanı Gül, üzerine gayet güzel oturmuş bir smokin giymişti. Kendisi ve eşi artık Cumhurbaşkanlığı makamını tam olarak doldurmuşlar. Belli ki o tartışma artık çok gerilerde kalmış.
Acaba Gül, Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda "üzerine gayet güzel oturmuş bir smokin" giyseydi, Hürriyet "Kaosa kalkan 411 el" manşetini atmaz mıydı?
Acaba bu smokin hangi "O tartışma"yı çok gerilerde bıraktı ki?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA