Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Vatandaş Nuh diyor peygamber demiyor

Haber şöyle: Antalya oto sanayideki bir rot-balans ustası, kendi yaptığı bir cihazla bel fıtığı hastalarını tedavi ediyormuş.
YouTube'ta görüntüleri vardı: Önce, ameliyat masası benzeri yere hastayı yatırıp ayaklarından bağlıyor. Sonra masayı döndürerek, hastayı tepe taklak ediyor.
Adamı sağa sola ve aşağıya doğru çekiştirirken, "Bir de kilo verdin mi tamam" diyor.
Masadan kalkan adam kameraya şöyle konuşuyor: "Neredeyse iki büklüm geldim. Şu andan ağrılarım yok denecek kadar az. Çok memnunum." Bunları izleyenlerin hiçbiri, hastanın bir-ki hafta sonra nasıl olacağını bilmiyor. Herkesin aklında yüzü gülen hasta ve 'rot-balans tedavisi' kalıyor.
Daha geçen gün, bel fıtığı olan bir tanıdık şöyle diyordu: "Gebze'de bir adam varmış, özel bir yağla hastanın belini ovarak fıtığı tedavi ediyormuş.
Adam eskiden milli takımda masörmüş." Arkadaş ilk fırsatta Gebze'ye gitmeye hazırlanıyordu.
Ben bu tip hikayeleri çok dinledim.
Her seferinde de bıkıp usanmadan anlattım:
Bel fıtığının kesin tedavisi henüz yok. Çünkü kemikler arasındaki torbacık patladı mı, yerine yenisi konamıyor.
Kemiğin sinire baskı yapmasını engellemek için bel ve sırt kaslarını geliştirmen gerekir.
Her gün sırtüstü yüzmek en iyisi. Ancak iş-güç buna izin vermez.
O kasları geliştirecek basit hareketler var. Sabahları yarım saat dahi yapsan, bir-iki ay içinde ağrıların azalacaktır.
Tabii kilo da vermelisin.
Ben bunları söylediğimde hemen soru geliyor: "Ama benim kayınço masöre ağrılar içinde gitti; güle oynaya döndü. Bu nasıl oluyor?" Masajın veya başka bazı yöntemlerin kısa süreliğine iyi geldiğini... Kemiğin sinir üzerindeki baskısını hafiflettiğini...
Ancak kaslarını güçlendirmediği ve kilo vermediği sürece ağrıların geri döneceğini anlatıyorum. Hiçbir işe yaramıyor!
Benim sözümün karşısına, kayınçosunun sözünü koyuyor. Ben kimim?
Birkaç aydır tanıdığı bir adam. Uzaktan akrabası olan kayınçosuyla ise çok iyi görüşüyor. Haliyle bana değil, ona inanıyor. Bir ay sonra kayınçonun fıtık ağrıları azmış, adamcağız iki büklüm olmuş ne gam!
Ve böylece o eski deyime geliyoruz:
Nuh diyor, peygamber demiyor. Fikrini asla değiştirmiyor.

ÖZETİN ÖZETİ: Sadece bize ait olmayan, bu cihanşümul inat halinin araştırmalarla da saptanan üç kaynağı var:
1) Genç yaşta ailemizden ve çevremizden öğrenip içselleştirdiklerimizi değiştirmek istemiyoruz.
2) İnancımızı destekleyen haber ve bilgilere ağırlık veriyor, çelişenleri göz ardı ediyoruz.
3) İçinde yaşadığımız sosyal grubun fikirlerini benimsiyor, onunla ters düşmek istemiyoruz.

***

GÖZLÜKSÜZ OSMANLI
Avrupa merkezli sanat tarihiyle ilgili bir kitap okuyordum. Konu optik araçların, aynaların, merceklerin resim yaparken nasıl kullanıldığıydı...
Bir de Jan Van Eyck tarafından 1436'da yapılmış bir resim vardı:
Resimdeki din adamı elinde İncil ve gözlük tutuyordu.
Bunu görünce aklıma düşüverdi: Sahi Osmanlı gözlük takmaz mıydı?
Öyle ya... Minyatürlerde, gravür, resim veya fotoğraflarda hiç gözlüğe rastlamayız. Padişahından kadısına, Osmanlı yönetici sınıfından olup da gözlük takan yok gibidir.
Sadece son Padişah Vahdettin'in gözlüklü fotoğrafı vardır. O da taa 20'nci yüzyıldadır.
Halbuki gözlük 1280'lerde İtalya'nın Pisa kentinde icat edilmiş, 15'inci yüzyıla gelindiğinde üst sınıf içinde hayli yaygınlaşmıştı.
Osmanlı'nın, Avrupa'daki teknolojik gelişmeleri yakından takip ettiğini, işine yarayanları vakit geçirmeden kendi şartlarına adapte ettiğini biliyoruz.
"Avrupalıların gözleri bozuktu, Osmanlılar kartal gibi görürdü, o nedenle gözlükleri yoktu" diyemeyeceğimize göre... Nasıl oldu da Osmanlılar gözlük takmadı? Yoksa kullandılar da, resimleri yapılırken mi çıkardılar?
Var mı cevabını bilen?

***

EŞEK SUCUĞU
Geçen gün süt ürünleri satılan bir dükkana girdim. Yoğurt aldım. Baktım dizi dizi sucuklar... Latife olsun diye, "Eşek sucuğu var mı" dedim. Tezgahta bir orta yaşlı adam, bir de delikanlı duruyordu. Delikanlı hemen atıldı: "Eşek olur mu abi? Bunların hepsi mis gibi dana etinden..." Orta yaşlı tezgahtar kıs kıs gülerken, gence sordum: "Eşek sucuğu nedir biliyor musun?" Tabii ki bilmiyordu. Eskiden, başparmağım büyüklüğündeki acı sucuklara, halk arasında gırgırına eşek sucuğu denirdi. "Haa, anladım abi, parmak sucuk yani..." Parmak sucuk lafını ben de biliyorum. Ama öyle dersen düz olur. "Eşek sucuğu" diyeceksin ki espriye yol versin... Toplumun hızlı değişimi, şaka yapmayı mümkün kılan mahalle bazlı sözleri, simgeleri, değerleri yok ediyor. Şimdi referans noktaları ünlü videolar, filmler, diziler...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA