Bizi uyaran yazılar ve yazarlar
HINCAL VE BİTMEYEN TRAFİK SORUNLARI
Bir başka yazar, Hıncal Uluç da ortalıkta ne olursa olsun kendi gündemini izleyen ve sağa sola aldırış etmeden gönlünden geçeni yazan bir köşe yazarı. Aslında 'arsa kadar' geniş tapulu arazisi (!) ona her şeyi yazma imkanı da veriyor. Ama o, belli konularda yoğunlaşmayı seviyor. Bunlardan biri de kuşkusuz trafik. Geçen gün yine kızmış, köpürüyordu. Bu yüzden onunla dalga geçenler ve 'köşe yazarlarının trafikçisi' diyenler de var. Ama rica ederim, haksız mı? Yaptığı şey yanlış mı? Ben, üstelik İstanbul cangılında her gün bizzat kullandığı arabayla trafiğe çıkan biri olarak öyle şeyler görüyor ve yaşıyorum ki... Akıl almaz bir sorumsuzluk, görülmemiş bir denetimsizlik, benzersiz bir 'her koyun kendi bacağından asılır' felsefesi var. Toplumsal olaylarda birden yerden bitercesine onlarca, yüzlerce polis ortaya çıkarken, trafiğin en yoğun saatlerinde ve en kritik noktalarda (örneğin Levent, Etiler, Ulus, Akadlar gibi semtleri Boğaz'a ve kente bağlayan Ortaköy'deki kavuşma noktalarında) niçin tek bir polis olmadığını anlamak mümkün mü? Ya da bir tek (uzun) bayram tatilinde, ülkede 200'e yakın insanın ölüp yüzlercesinin yaralanmasına tepki göstermemek nasıl oluyor? Gerçek şu ki, trafik denen olay, bir toplumun uygarlıkla imtihanıdır. Çünkü organize toplum ve onun yurttaşı, birlikte yaşamanın belli kurallarına uymak zorundadır. Uygarlık düzeyini yalnızca kişi başına ulusal gelir, uluslararası finans kurumlarının notu veya adımbaşı yükselen gökdelenler belirlemez. Her vatandaşın imzaladığı varsayılan, Jean- Jacques Rousseau'dan beri geçerli 'contrat social-toplumsal anlaşma' gereği, devletle yurttaş ve yurttaşla başkaları arasındaki ilişkiler belirler. Ki bunların başında da yaşama hakkına saygı gelir. Oysa bugünkü trafik düzenimiz, sürekli yarattığı ölüm tehlikesi ve her yerde geçerli olduğu izlenimi veren bir orman kanunu ögelerine dayanıyor. O zaman, da Hıncal'a ve diğerlerine yazmak düşüyor. Başka yolu var mı?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.