Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Gene mi serbest dolaşım?

Dünyanın önde gelen medya organlarında, Türkiye'nin haftada bir gündeme alınması neredeyse gelenek haline geldi. Önce Gideon Rachman, Financial Times'da "bu haftanın çarpıcı Türkiye analizi" kategorisinde önemli bir yazı yazdı. Yazdıklarının içeriği çok yeni değil, hatta bana sorarsanız hiç yeni değil, ancak Türkiye'nin nasıl AB'nin erteleme taktiklerini zorladığını göstermesi açısından fevkalâde önemli...
Bu yazıyı "okunup gerektiğinde kullanılacaklar" kategorisine kopyalamaya hazırlanırken, iki gün sonra aynı gazetede Joseph Joffe, çok daha çarpıcı ve tartışılabilir bir analiz yaparak, Türkiye'nin AB için üyeliği hayal edilmesi dahi zor bir müttefik olduğundan dem vurdu.
Financial Times, Türkiye hakkında ciddi bir tavır almakta zorlanan bir yayın organı. Çok yüksek olmayan tirajına rağmen, dünyada, özellikle de finans ve siyaset çevrelerinde en fazla ciddiye alınan, prestiji en yüksek yayın organlarından birini oluşturuyor. Bu yayın organında iki gün arayla Türkiye'nin AB üyeliği hakkında çarpıcı analizler yapılması da, AB ile olan ilişkilerimizde gelinen önemli dönemecin varlığına işaret ediyor.
Önce Gideon Rachman'ın "serbest dolaşım" önerisine bir göz atmakta yarar var. Aslında, hiç de yeni olmayan bir öneri... 1986'nın 1 Aralık günü, eğer Ankara Anlaşması ile kabul edilen ilkeler doğrudan uygulanabilseydi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları AB sınırları içinde serbest dolaşım hakkını edinmiş olacaklardı. Ortaklık yürürlüğe girdikten 22 yıl sonra serbest dolaşımın gerçekleşeceği ilke kararı alınmıştı. AB jargonunda "serbest dolaşım" temel olarak hizmet sunma, yerleşme ve hizmet edinme özgürlüğünü kapsar. Bunun anlamı, Türk işgücünün AB'deki istihdam pazarına engelsiz girebilme hakkını kazanmasıydı...Bu serbest dolaşım senaryosu hiçbir zaman gerçekleşmedi, çünkü onu hazırlayan model, 1963'ün dünya konjonktürünü göz önüne alan ve tahminlerini ona göre yapan bir yaklaşımın ürünüydü. 1973'te ilk petrol şokuyla biten yüksek büyüme hızı ve tam istihdam dönemi, işgücü ithalatını sona erdirdi ve serbest dolaşımı da gündemden düşürdü.
Ancak dünya değişmesini sürdürdü... Günümüzde artık sermaye ne kadar fazla ve engelsiz dolaşabiliyorsa, işgücü de bir o kadar daha az dolaşmaya başladı. İşgücünün ihracı yüzünden kaynaklanan sosyal sorunlar, ekonomik gelişmeler, delokalizasyon gibi unsurlar tersine bir denge oluşturdu...
AB bütünleşmesi bunun en güzel örneklerinden biri... Yeni üye olan ülkeler, gelişmiş AB ülkelerine ilk aşamada göç verir gibi gözükse de, zamanla kendi ülkelerinde artan refah ters göç olgusu başlatıyor, yani herkes memleketine geri dönüyor.
Hal böyle iken, Türkiye'deki istihdam piyasasına girmekte zorlanan niteliği düşük nüfusun, bugünkü koşullarda AB ülkelerine kalıcı biçimde yerleşebileceğini düşünmek mantıklı görünmüyor. Zaten böyle bir talep yok, hatta AB ülkelerinde en korkulan unsurlardan biri, toplumla bütünleş(e)meyen göçmen işçi nüfusunun artması...
Öte yandan, hukuki açıdan bakıldığına AB kurucu antlaşmaları, üretimin dört temel öğesinin, yani mallar, hizmetler, işgücü ve sermayenin serbestçe dolaşımının kalıcı biçimde kısıtlanamayacağını açıkça belirtir. O nedenle bu konu hiçbir zaman hukuki olarak gündeme gelmez, satır arası siyasi mesajlarla halledilmeye çalışılır.
Ancak sorun, Joffe'un ikinci yazıda belirttiği gibi, AB'nin bir anlamda "geleceğinden korku duyması"... Avrupa ülkeleri, müreffeh ve askeri güvenliği Atlantik ötesi ittifaka ihale etmiş biçimde memnun ve mesut yaşarlarken, Ortadoğu'ya sınırdaş bir ülkeyi üye almak ve o bölgedeki gelişmelere taraf olmak da neyin nesi... Joffe'un yazısı mealen böyle...
Afganistan'daki sorunların tüm siyasi dengeleri etkilediği, Pakistan hükümetinin geleceğinin AB ülkeleri için ciddi bir gündem maddesi olduğu, Çin Halk Cumhuriyeti'nde büyüme rakamlarının tüm haber kanallarında ilk sıraya tırmandığı bir dünyada, Türkiye'yi üye almayınca Ortadoğu'dan uzak yaşayabileceğini zannetmek, ilginç ve gerçeklerden uzaklaşmış bir ruh halini yansıtıyor...
Bu tartışmaların sürmesi, hatta bazen siyasi tüm kanalların tıkandığı görüntüsü vermesi, hukuki zeminin varlığını ortadan kaldırmaz. Aksine, sağlam hukuki temellere oturan anlaşmaların, er veya geç bir şekilde uygulandığı hep görülmüştür... Siyasi gelişmeler, olumlu rol oynadıkları gibi, Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz da etkileyebilirler... Ancak hukuki zemin sağlam oldukça, bu ilişkilerin her iki taraf için en olumlu noktaya taşınabileceği bir platform oluşturma imkânı daima bulunur...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA