Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kurucu felsefenin kaynakları

Sıklıkla atıfta bulunulmakla birlikte içeriği zorlama yorumlar aracılığıyla ortaya konulmaya çalışılan "Kurucu Felsefe" ya da "Kurucu İdeoloji" kavramları ile değişik siyasetlerin bu "irade"den sapma olarak yargılanması Türkiye'nin ciddî meselelerinden birisidir.
Popüler tartışmada Cumhuriyet Halk Partisi'nin altı okuna kadar indirgenebilen bu "felsefe" nin en önemli sorunu içeriğinin muğlâklığı ve kaynaklarının belirsizliğidir. Söz konusu felsefenin cumhuriyetin kurucusuyla özdeşleştirilerek, herhangi bir düşünce akımından etkilenmemiş, deha ürünü, kaynaksız ve "sadece bize özgü" bir düşünce sistemi olduğunun vurgulanması ise tahlilini daha da zorlaştıran bir kutsallaştırma etkisi yaratmaktadır.
Bilhassa sağ Kemalist Ülkü mecmuası tarafından "Atatürk Cenneti" benzeri metaforlar kullanımı ve Türk devriminin en önemli vasfının "gizli ruh illetlerinin (bu şüphesiz Reinhart Dozy aracılığıyla içselleştirilen Aloys Sprenger tezlerine yapılan bir atıftır) doğurduğu bir peygamberde değil... hakiki bir dehada ifadesini bulmuş olması"nın belirtilmesiyle vurgulanan "insanüstülük" ürünü olma, ya da Cumhuriyet kurucusunun "her dâhide olduğundan fazla bir seziş kudreti ve bunların yanında peygamberlerden farklı olarak... yanılmaz bir objektif görüş"e sahip olduğunun kabul edilmesiyle savunulan "hatasızlık" benzeri hususiyetler atfıyla yaratılan bu kutsallaştırma, her şeyin ötesinde, bir "kaynaksızlık" varsayılmasına neden olmaktadır. Cumhuriyetin kurucusu için vefatından önce de kullanılan "Ulu," "Yaratıcı," "Beşeriyet Harikası" benzeri sıfatlar da bu insanüstü deha ürünü kaynaksızlık tezini pekiştirmektedir.
Dolayısıyla tıpkı Freud'un psikolojik analizlerinden esinlenerek seslerin sembolizmini vurgulayan popüler Alman dil teorilerinden etkilenen Güneş-Dil kuramının "geçen yaz Florya deniz evinde millî Dâhimizin yüce dimağında doğduğu"nun ya da yayılmacı (diffusionist) okula mensup Frobenius, Graebner ve Haddon benzeri antropologlarının kültür alanları teorisine dayanan Türk Tarih Tezi'nin "emsalsiz Türk dehâsı" tarafından, "asırların karanlıkları içinden" bulunup çıkarıldığı ve "yine o dehânın saçtığı nurlu şualar yardımıyla ilmî esas ve metotlara dayanılarak izah ve teşrih olunduğunun" ileri sürülmesi gibi, kurucu ideolojinin de insanüstü bir düşünce üretimi olarak algılanması, hem onu tanımlamamızı zorlaştırmakta ve hem de onu kendine özgü, hiçbir fikir sistemi ile benzerliği olmayan bir yapı olarak kavramsallaştırmamıza yol açmaktadır.
Bu kaynaksızlık tezine ilâveten "Kurucu İdeoloji"nin zamandan kopuk, tarihselleştirilemeyen, kendinden evvelki gelişmelerden bütünüyle bağımsız bir düşünce sistemi olarak kavramsallaştırılması yukarıda zikredilen kendine özgülüğü pekiştirmektedir. Bu teze göre söz konusu ideoloji son dönem Osmanlı entelektüel hareketi ya da yaratıldığı dönemde dünyada var olan düşünce sistemleriyle herhangi bir ilişkisi olmayan, kendine mahsus bir yapıdır.
Şüphesiz "Kurucu İdeoloji"nin oluşumu ve karakteri konusunda ileri sürülen her iki tez de fazla anlamlı değildir. Pek tabiî değişik kaynaklardan beslenen söz konusu ideolojiyi yaratanlar, bunların farklı toplumsal bağlamlarda kullanılmalarını mümkün kılacak yorumlar yapmışlardır; ancak bunun kaynaksız, bütünüyle yeni bir düşünce sistemi oluşturulmasından oldukça farklı bir eylem olduğunu belirtmek gerekir. Cumhuriyet kurucuları ve Mustafa Kemal Atatürk kimsenin aklına gelmesi mümkün olmayan, kendilerinden evvel kullanılmamış kavramlara dayalı bir ideoloji (felsefe) geliştirmedikleri gibi hem yakından izledikleri ve katıldıkları Osmanlı entelektüel tartışmalarından, hem de dönem dünyasının yaygın düşünce hareketleri ve siyasî gelişmelerinden fazlasıyla etkilenmişlerdir.
Bunun tabiî neticesi olarak kendilerinin toplum ve siyaset tasavvurlarını dile getiren ideoloji de kendine özgü, benzeri olmayan bir düşünce sistemi olmadığı gibi, onun ürünü olan ve bugün onu yeniden yaratmak için kullandığımız uygulamalar da evvelce üzerine tartışmalar yapılmamış siyasetler değillerdi.
Misâller vermek gerekirse "Bizanslıların millî serpuşu olan fesin kâmilen defedil"mesi, medreselerin ilga edilmesiyle yerlerine Fransız üniversitelerine benzer eğitim kurumlarının kurulması, "menba'-i atâlet ve masdâr-ı batâlet olan" tekke ve zaviyelerin "kâmilen ilgası" benzeri değişimler Kılıçzâde Hakkı Bey'in 1913 başlarında kaleme aldığı bir tasavvurda önerilmiş, aynı Osmanlı Garbcısı ve Abdullah Cevdet bey, İctihad ve Hürriyet Fikriye dergilerinde Latin harflerinin kabûlünü savunmuş, Celâl Nuri bey de Batı hukukuna dayalı yeni bir hukuk sisteminin tesisini talep eden çok sayıda eser kaleme almıştı. Avrupa adâb-ı mu'aşeretinin tanıtımı ve önerilmesi ise değişik yayınlar ve Yirminci Asırda Zekâ benzeri dergilerde resimler yardımıyla gerçekleştirilmişti.
Siyaset alanında ise "hâkimiyet- i milliye" Jön Türk düşüncesinin derinlemesine tartıştığı bir ilkeydi. İlk Meclis'de meb'us olarak görev yapacak Tunalı Hilmi bey tarafından 1902'de bir devlet projesinin temel dayanağı olarak kullanılan bu kavram, İkinci Meşrutiyet Dönemi'nde gazete adı olacak kadar popülerleşmişti. Benzer şekilde "kurucu ya da olağanüstü yetkilere haiz meclis" fikri (Mustafa Kemal Paşa'nın arzusuna karşın Büyük Millet Meclisi "meclis- i müessesan" olarak toplanamamış; ancak fevkâlâde yetkileri vurgulanmıştı) de Fransız örneği kadar, Bolşeviklerin Şubat Devrimi sonrasında toplamaya karar verip, 1918 Ocağında toplanır toplanmaz dağıttıkları Tüm Rusya Kurucu Meclisi'nden (Vserossiiskoe Uchreditelnoe Sobranie) kaynaklanmıştı. Zaten pek çoğu eski İttihatçı olan İstiklâl Harbi liderleri, Osmanlı Devleti'nde bu tür bir meclis toplanmasının Daşnaktsutyun tarafından 1907'de teklif edildiğini, ancak önerinin İttihad ve Terakki tarafından reddedildiğini hatırlıyorlardı.
Tekrar etmek gerekirse, Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi üzerine oturduğu entelektüel birikim ve dönemin önde gelen düşünce hareketlerinin ürünüydü. Bu ideolojik zeminde gerçekleştirilen uygulamalar ve siyasetler de toplumda fazlasıyla tartışılmışlardı. Dolayısıyla söz konusu etki ve kaynakların tespiti kurucu ideolojinin temellerini anlamamızı, onu tarihselleştirmemizi, onun kendine özgünlüğünü reddederek benzer ideolojilerle karşılaştırmamızı ve tartışmamızı mümkün kılar. Bu yapılmadan uygulamalar, vecizeler, ya da "Altı Ok" ile açıklanmak zorunda kalınan bir "felsefe"nin savunulması ya da eleştirilmesi fazla anlamlı olmaz; ancak toplumumuzun entelektüel düzeyde bunun ötesine geçebildiğini söyleyebilmek maalesef mümkün değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA