Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Meclis’in izzeti

"Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır."
Mevcut anayasamızda ve önceki 27 Mayıs anayasasında bulunan 'yetkili organları eliyle' ibaresi, aslında halkın seçme hakkına mündemiç olması gereken egemenliği kullanma yetkisini, ya seçilmemiş olanlardan müteşekkil Anayasa Mahkemesi gibi kurumlara tevdi etmiş ve onları birer vesayet odağına dönüştürmüştür ya da seçilmişlerden müteşekkil hükümetmeclis aritmetiğine tevdi etmiş fakat onların asla çizgi dışına çıkmamasını sağlamak üzere bazı mekanizmaları da şart koşmuştur. Evet, tarihimizde egemenlik hakkının kullanımı hep "kayıtlı ve şartlı" olarak millete aittir.
Buna sebep olan iki temel hikâye vardır. İlki, aslî görevi yasama ve yürütmeyi denetleme, aslî kimliği 'kanun koyucu' ve uygulamayı denetleyici olması gereken Meclis'e, hükümet etme yetkisinin de verilmesiyle başlar. Bu, Meclis'in aslî vazifesi olan yasamanın önüne, koalisyon tartışmalarını, milletvekili transferleri/ bakan satın almalara kadar varan iktidar savaşlarını ve koltuk kapmak için ikide bir verilen gensoru oylamalarını koymuştur. Ufuk Coşkun'un işaret ettiği gibi, 241 yıllık ABD 45. Başkanı'nı seçmişken, bizim 67 yıllık demokrasi tarihimizdeki 65. hükümetle yönetilme sebebimiz budur.
Allah aşkına şu geçen hafta Meclis'te CHP'nin ısırmalı-burun kırmalı 'performansı'na bakıp da Meclis'e saygı duymayı sürdürebilmek zor değil midir? Sadece şu anayasa oylaması sürecinde yaşadıklarımız bile parlamenter sistemimizin tıkanıklıklarının bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirmedi mi?
İkinci hikâyemiz ise, yürütmenin, hiçbir zaman doğrudan halk tarafından seçilmemesiyle başlar. Halk, Meclis'i seçer ve halktan aldığı egemenlik hakkını Meclis ve diğer 'anayasal kurumlar' paylaşırlar. Koalisyon hükümeti kurulursa ömrü altı ayı geçerse de en fazla bir yıl sürer, sonra ya diğer ya da erken seçim. Koalisyona gerek kalmadan tek parti hükümeti kurulursa da icraat yapmasının önünü tıkamak için Danıştay'ın durdurma kararlarından Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarına kadar yargısal kurumların egemenlik hakkını gasp ederek aldıkları kararlar seçilmiş hükümetin karşısına yığılır.
Yaşadığımız son 15 yıl bunun 'güzide' örnekleriyle doludur... Yani adının "parlamenter sistem" olması sizi kandırmasın; parlamento aslında hiçbir zaman millî iradeyi pratiğe yansıtacak biçimde konumlandırılmamıştır.
O yüzden eğer halk oyu ve iradesi ise yüceltilmeyi hak eden, bunun yolu sadece Meclis'ten değil, yürütmenin de halktan aldığı onayla iş yapabilmesinin önünü açmaktan geçer. Önerilen teklifte Meclis'in bazı yetkileri korunmuş, bazıları eski sisteme göre artırılmıştır.
Örneğin;
Kanun yapma/ değiştirme/ kaldırma hakkı Meclis'e ait.
Cumhurbaşkanı'na şimdiki anayasada olduğu gibi sadece vatana ihanetten değil, her türlü eylem ve işlemlerinden ötürü yargı yolu açılacaktır. 360 vekilin oyu ile soruşturma yolunu açacak olan Meclis iradesidir.
Cumhurbaşkanı, kullanacağı bütçeyi Meclis'in onayına sunmak zorundadır.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun dört üyesini Cumhurbaşkanı seçerken, yedi üyesini Meclis seçiyor.
Savaş ilanından uluslararası anlaşmaların onaylanmasına kadar yetki Meclis'e ait.
* Cumhurbaşkanı, Meclis'in koyduğu kanunlara aykırı bir kararname yayınlayamaz ve Meclis itirazı olan kararnameyi aleyhte bir yasa çıkararak iptal ettirebilir.
Dolayısıyla Meclis'i aslî vazifesine döndürüp 'sirk' görüntüsünden kurtaracak olan da, yürütmenin 'iş' yapmasını sağlayacak olan da, ikisine de halk iradesinden gelen meşruiyet dairesini çizecek olan da Cumhurbaşkanlığı Sistemi'dir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA