Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Biz bizi buluyoruz ya da sarhoşluğunda kalan Batı

Batı ve biz-3

11 Eylül bir dönüm noktasıdır. Batı o tarihten başlayarak tarihsel Oryantalizmine yani hayali ve kötü Doğu tasavvuruna yeni bir boyut eklemiştir. Doğu, bir kere daha Batının gözünde "telin" edilmiştir. Bu defa geri kalmışlık, modern olmama gibi koşullar yerine İslam ve terörizm suçlamaları, yaftalamaları öne çıkarılmıştır.
O gün bugündür bu anlayış devem etmektedir. Batı, devri kapanan ama mirası kalan Bush gibi, Sarkozy ve Merkel gibi siyasetçileri aracılığıyla Doğu'yu yalan yanlış tanımlamayı sürdürmektedir. İşin daha vahim kısmı bu yorumuna bağlı olarak Ortadoğu'da, Afganistan'da savaş çıkarmış, Irak'ı işgal etmiş, İran'la çatışmasını yoğunlaştırmış durumda. Bütün bunları yaparken eski alışkanlıklarını, eski dilini ve sözcüklerini kullanmayı unutmadı. Eskiden modernleştirme, uygarlaştırmaydı ana mesele. Şimdi demokrasi aldı onun yerini. Fakat özde değişen bir şey yok. Yani yeni Oryantalizm silahla, kanla yazıyor tarihini. Yetmiyor, Fransa'da, Almanya'da, şimdi İspanya'da kendisinden görmediği Doğululara, Müslümanlara yasaklar getiriyor, dışlama önlemleri alıyor.
Buna karşılık Doğuda başka bir gerçek yaşanıyor. Doğu Oksidentalist yani yanlış Batı hayallerinden uzaklaştı. Amerika'nın oluşturduğu ama artık yeterince algılayamadığı küreselleşmenin kazanımlarını kullanarak Doğu'nun gözünde ne artık 1970'lerin sömürge savaşlarını açan ülkelerindeki gibi yerden yere çalınan, her kötülüğün kaynağı olarak görülen bir Batı var, ne Türkiye gibi 170 senedir "Batı(lı)laşmayı" kendisine şiar edinmiş ülkelerde yaratılmış, bütün uygarlığın kaynağı bir Batı var. Bugün Doğu'nun gözünde Batı Batı'dır ve olumlu yanları da olumsuz yanları da vardır. Batı'nın sömürgeci, ırkçı, ayrımcı, faşizmleri üretmiş tarihi Doğu'nun bilincinde çakılmış duruyor. Ama Batı'nın, Alman felsefeci Jurgen Habermas'ın olumladığı rasyonel aydınlanmacı, o niteliğiyle de özgürleştirici imkânlarının da bilincinde Doğu.
Bugün yaşanan büyük gerilimleri niye bu çerçevede ele almıyoruz? Türkiye bütün bu değerlendirmeleri, irdelemeleri yapmak için yeterli ve güçlü bir örnek değil mi?
Türkiye niye OD'ya açıldı diye soruluyor. Bırakalım onca teknik, ekonomik açıklamaları bir yana. Türkiye şu Oryantalizm- Oksidentalizm eksenindeki kayma nedeniyle, "eski hastalık"tan kurtulduğu, tek, parçasız, dikişsiz, yekpare bir Batı olmadığını anladığı için, yani Garbiyatçılık salgınından çıkmasını bildiği için şimdi Batı'yla eşit, sistemli, önyargılardan arınmış bir ilişki kurmak istiyor. Kendisini yok sayan, hiç mesabesinde gören bir Batı'yla boğuşuyor. Bu Batılılara göre Türkiye'nin Batı'dan kopmasıdır. Tümüyle yanlış ve anlamsız. Türkiye sadece belirli bir Batılılaşma/Batıcılık modelini terk ediyor.
Bu sadece Batı'yla yaşadığı bir gerilim değil Türkiye'nin. Türkiye eski Garbiyatçılığı terk ederken, eski Şarkiyatçı tutumundan da uzaklaşıyor. Kendi tarihiyle, insanıyla, geçmişiyle barışıyor. Bu belki de evrensel ölçekte büyük ve önemli bir dönüşümdür. Bu ne modernleşmekten vazgeçmektir ne geçmişe saplanıp kalmaktır. Ayrıca da öyle olmamalıdır. Hatta çok tartışılan bir başka noktaya daha değineyim: bu muhafazakârlık da değildir.
Bu niteliğiyle Türkiye OD'da bir belirleyici ülke olmayı, Batı için bir soru işareti halinde yaşamayı sürdürecektir. İşin belki en fenası Türkiye'nin kendisinde yaşadıklarını yeterince anlamlandıramaması, adlandıramamasıdır. Doğal; çünkü bugün içinde yaşadığımız durum da bir "medeniyet krizi"dir. Yerine oturtulması zaman alacaktır.
Ama kolay olamayacaktır. Onu da belirtelim. Çünkü Batı kendi sarhoşluğunda yaşarken Türkiye'nin uyanması hiç değilse kıskanılacak bir şey değil midir?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA