Yağmur, sokak ve Hong Kong
Kapıdan dışarısı buhar, nem ve sıcak demek. İnsan boğulduğunu hissediyor.
İçerilerde ise durmak olanaksız. O derecede soğuk. Biraz sonra nem yağmura dönüşecek ve kutsal kitaplardaki tufanın ne olduğunu anlatan bir su yükü altında kalacak şehir.
Burası Hong Kong.
Kaçamak bakışları, mahcubiyetleri ve kadınlıklarını inkâr eden vücutlarıyla.
Belki de bu özellikleri yol açıyor genç oğlanların ve kızların kentin biraz daha "alternatif" kesimlerinde görülen o akıl almaz makyajlarına, kendilerini bir başka yaratığa dönüştürme çabalarına.
Ufacık suratları bu insanların büyük bir mahcubiyetin altında kayboluyor adeta. Bir şey alırken veya verirken çift elle tutuyorlar, kimsenin yüzüne bakmıyorlar, bir kapıdan girerken veya çıkarken ellerini, kollarını açıyorlar.
Geçen sene uğradığım Seul gibi, Hong Kong'da da insanlar elleri ve kollarıyla konuşuyorlar.
Doğulu, "yerli" adlarının yanına bir de herkesin bir İngiliz adı almasını adeta zorunlu kılan, üstlerinden geçmiş sömürgeciliğin ezici tesiri mi?
Kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu merkezler arasında burası. Dünyada en fazla milyonerin barındığı kentlerden biri. Tıpkı dünyanın en pahalı 8. şehri olması gibi. Ne var ki, Dünya İş Yapma Kolaylığı Endeksinde Singapur'dan sonra 2. ülke. Ekonominin % 90'ı servis, ancak % 10'u sanayiden kaynaklanıyor.
Böyle bir kentin şu veya bu biçimde ilişkili bulunduğu Çin Halk Cumhuriyeti'nin rejimiyle veya ona bağlı olarak gelişen kültürüyle bir ilişkisi olabilir mi? Bunu sadece kenti saran mimarlığa bakarak anlamak bile mümkün.
Dünyanın en fazla nüfus yoğunluğuna sahip yerlerinden biri olunca bu kent, iki şey doğmuş.
Bir, gene dünyanın en fazla "dikine" büyüyen kenti haline gelmiş. İki, müthiş bir kamu taşımacılığı gelişmiş. Dağ taş taksiyle dolu olsa bile, ulaşımın % 90'ı kamu taşımacılığıyla gerçekleşiyor.
İngiliz isimleri taşıyan sokaklarda ve tıpkı Londra'daki gibi Soho denen eğlence bölgesinde.
Neredeyse bir tek "Asyalı" yok. İnsan almayan sokaklar "Batılılarla" dolmuş. Her yerde tanıdık, uydurma müzikler. Özgünlük belki sadece arka ve derin sokakların gerçeği...
Eh, yargı ve eğitim sistemi İngiliz yasa ve sistemine bağlı olunca ne bekleyebilir ki, insan daha fazla?
1840-1997 arasında sömürge kalmış bir kentin üstüne "kara yağmur" iniyor. Göz gözü görmüyor. Sadece patlayan şimşeklerin ışığında aydınlanıyor her şey. Nihayet yağmur dindi. Artık gecenin koyuluğu var. O karanlıkta bakıyorum, uzatsam elimle tutacağım kadar yakın olan cam ve çelik gökdelenlerden ışıklar boşanıyor kentin ve denizin üstüne. Onlar da şimşek kadar parlak, canlı ve güçlü.
Kent nemle yağmur arasında su içinde yüzerken ve ufka doğru genişleyen liman denizin üstündeki gemilerden görünmezken, bunlar diyorum, yeni dinin tapınakları ve her kent artık evrensel sermaye kaderi ölçüsünde yaşıyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.