Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Charlie, benim...

Charlie Hebdo'ya ('Haftalık Charlie' demektir ve Amerikan karikatür tiplemesi Charlie Brown'a göndermedir) düzenlenen alçakça saldırıdan sonra bir 'online' dayanışma başlatıldı, Je suis Charlie diye. Başlık, bunun doğru Türkçeyle çevirisidir.
Başta bir formül arayanlar 'Ben, Charlie' de diyebilir. 'Ben Charlie'yim' yanlış olmasa da 'çeviri' Türkçedir. Fakat hangisini isterseniz onu kullanın.
Netice değişmez.
Bugün dayanışma ve tepki hatta reddetme günüdür.
O zaman, kuşkusuz, çekincesiz bir biçimde Charlie, Benim.
Bundan daha tiksindirici bir cinayet bulunmaz. Bir dergide oturup işini yapan insanlar, 12 kişi, açılan ateşle öldürülüyor. Şimdi, onların hakları, en temel hakları olan yaşama hakları, savunulmayacak da ne zaman savunulacak? Herkesin, hiç şeki şüphesi olmaksızın bu dayanışmayı göstermesi gerekir.
İzleyebildiğim ve bildiğim kadarıyla Fransa'da belki asırlardır bu derecede büyük bir katliam yaşanmadı. Suikast elbette oldu o ülkede ama bu derecede büyük bir siyasi cinayet işlenmedi. Paris'in ortasında, günün ortasında, tartışmaların ortasında iki kişi girdi, 12 kişiyi öldürdü, kaldırımda duran polisi öldürdü, elini kolunu sallayarak çekip gitti.
Böyle bir olayın nasıl olabileceği, nasıl her şeyin bu rahatlıkta cereyan edeceği başlı başına bir soru.

***

Ve ciddi bir soru. Charlie Hebdo'ya, evet, o tiksindirici karikatüründen sonra tehditler yapıyordu. New York Times, basılan karikatürün kimi çevreler tarafından düşünce özgürlüğü düşüncesiyle ele alındığını, demokrat kimi çevrelerin de, aynı karikatürleri gereksiz bir provokasyon diye nitelendirdiğini belirtiyor. Fakat bunların herhangi birisi, değil 12 kişinin, bir tek insanın, değil öldürülmesini, burnunun dahi kanamasını haklı gösterebilir mi?
Bu tartışma orta yerde dururken Fransız devleti nasıl gerekli önlemleri almaz, nasıl koruma gücünü artırmaz, nasıl bu insanların böyle bir olay gerçekleştireceğini istihbar etmez ve engellemez? Bu sorunun cevabını istiyoruz.
Fransa'da milyonlarca Müslüman yaşıyor.
Gene Fransa Müslüman nüfusa karşı çok sert, çok dışlayıcı olan bir toplum. Tarihe devrimler, felsefeler, teoriler armağan etmiş, demokrasiye beşik olmuş bir toplum bugün belirttiğim hoşgörüsüzlükle iç içe. Bu ve benzeri olayların o toplumda yaşayan Arap ve Müslüman nüfusu büsbütün baskı altına alacağını devletin görmemesi mümkün değil. O zaman insanın aklına o meşum soru geliyor: acaba?... Hele Bologna tren istasyonunun bombalandığını, bombalamanın Kızıl Tugaylar'ın üstüne kaldığını fakat gerçeklerin sonradan ortaya çıktığını hatırlayanlar için bu sorunun şeameti daha da keskin.
Bugüne kadar Fransızların Müslümanlar karşısında verdiği sınavın başarısızlığına bakarak, Fransızların on yıllarca Müslüman kara Afrika'yı sömürdüğünü anımsayarak bugün yarın yapılacak araştırmaların inandırıcı sonuçlar vereceğine dair kuşkular görmezden gelinecek gibi değil. Tam tersine hayli iç karartıcı.
***

Paris'te12 kişi öldürüldü. Olayı Müslümanlar yapmış gibi duruyor, öyle gösteriliyor.
Bunu 'Fransa'nın 11 Eylül'ü' diye yorumlayanlar var. Olamaz. Çok yanlış bir değerlendirme bu. 11 Eylül, her şeye rağmen meçhul bir 'Müslüman saldırısı' idi. Kimin yaptığı asla anlaşılmadı, bakmayın siz Usama efsanesine. Oysa burada adresi belli, nedeni belliymiş gibi gösterilen bir cinayet var. 11 Eylül kadar 'soyut' bir saldırı değil.
O dahi bütün bu özelliklerine rağmen nelere yol açmış, ne maliyetler doğurmuştu. Bırakın Müslüman toplumlarını, Amerika/lılar bile ne bedeller ödedi o saldırıdan sonra. Nerede kaldı şimdi Fransa, Paris'te yaşayan Müslümanlar...
Ben, Charlie'yim, Fransa da Fransa olsun!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA