KEREM ALKİN KEREM ALKİN
17 Şubat 2025, Pazartesi

‘Trump’ ABD’yi 200 yıl önceye mi taşıyor?

ABD'nin Avrupa'yla derdi bugünün konusu değil hiç kuşkusuz. 'Trumpizm' olarak tanımlanan ve Başkan Trump'ın ilk ve ikinci döneminin fikir dünyasını tanımlayan sürece yönelik olarak, Türkiye'nin önde gelen uluslararası ilişkiler hocaları iki önemli tespit paylaşıyorlar; birincisi Başkan Trump'ın 19. Yüzyıl'daki Amerikan siyasetçilerinden ilham alarak hareket ettiğine dair emareler; ikincisi Trump'ın 'güçlü devletler diyalogu' anlayışı veya yaklaşımı ile sadece Çin ve Rusya'yı muhatap almayı tercih edecek bir yol izleyeceği izlenimi. Hakikaten, 200 yıl geriye gittiğimizde, Başkan Monroe'nun 2 Aralık 1823'de deklare ettiği 'Amerika Amerikalılarındır' ve 'ABD'yi Yalnızlaştırma' sacayakları üzerine yükselen doktrin, temelde ABD'nin Avrupa'yla arasına oldukça kalın bir mesafe koyması anlamına da gelir.
Bu nedenle, Başkan Trump'ın ısrarla 'Avrupa'yı kendi başına bırakma' ve TransAtlantik ilişkilerine yeni bir anlayış getirme yaklaşımı mutlaka detaylı analiz edilmeyi hak ediyor. 55. Münih Güvenlik Konferansı'na katılan Trump'ın o zaman ki Başkan Yardımcısı Pence'in konuşmasındaki ifadeleri, 'Trumpizm' döneminin ABD-Avrupa ilişkileri açısından nasıl sıkıntılı, zorlu geçeceğine işaret ediyordu. O zaman ki Almanya Şansölyesi Merkel ve Dışişleri Bakanı Maas bir hayli tepki göstermişti o sözlere. Geçtiğimiz cuma günü başlayan 61. Münih Güvenlik Konferansı'nda da, Trump'ın şimdiki Başkan Yardımcısı Vance 'Trumpizm' rüzgarını bir kez daha estirdi ve Başkan Trump'ın ikinci görev döneminde de ABD-Avrupa ilişkilerinin hayli zorlu sınamalardan geçeceğini teyit etti. Ve, bu defa Almanya Şansölyesi Scholz ve Savunma Bakanı Pistorius Başkan Yardımcısı Vance'in konuşmasını 'kabul edilemez' buldular.
Ancak, Almanya ve Fransa'nın Başkan Trump'a ve Ekibine tepki göstermek noktasında ellerini zayıflatan pek çok konu başlığı olduğu da unutulmamalı. Koca bir Soğuk Savaş dönemi, Avrupa'nın güvenliğini tümüyle ABD'nin üstüne yüklemesiyle geçti. Hele ki, Soğuk Savaş bittikten ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ki dönemi, Avrupa'nın önde gelen ülkeleri sanki küresel ekonomi-politik sistem bir daha asla jeopolitik gerginlik ve çatışmalarla karşılaşmayacakmış hayali ile, savunma harcamalarını azaltarak ve ordularını zayıflatarak, oradan elde ettikleri fazladan kaynakla da kişi başına zenginleşmeyi hızlandırarak, ABD ve Birleşik Krallık vatandaşlarından daha iyi bir yaşam standardına ulaşarak geçirdiler. Bu nedenle, Başkan Trump'ın Avrupa'ya karşı olan tepkisinde ciddi manada haklı olduğu yönler var. Kaldı ki, Macaristan Başbakanı Orban da aynı bakış açısı ile, Avrupa'nın ve AB'nin Ukrayna konusunda masaya oturmak için 'önce o koltuğu hak etmesi gerektiği'ne işaret ediyor.
Şu temel gerçeğin altını kuvvetli bir şekilde çizelim; Avrupa kendi kendini bilerek ve isteyerek zafiyete düşürdü. AB Komisyonu'nun abartılı düzenlemeleri, Avrupa iş dünyası için, girişimciler için adeta prangaya dönüşen, rekabetçiliği zayıflatan aşırı regülasyonlar, AB üyesi ülkelerin ortak güvenlik, savunma ve ordu başlıklarında hiçbir ciddiye alınabilecek adım atmaması, Türkiye gibi stratejik ağırlığı ve önceliği tartışılmaz bir aday ülkeyle derinleşmesi elzem olan ilişkileri iç siyasetin kısır tartışmalarına heder etmeleri, tüm bu hatalar AB'yi 'küresel güç' kürsüsünden indirdi. Bu nedenle, Trump AB'yi 'bir kenara' koyarak, artık 'süper güç' olarak Çin ve Rusya'yı muhatap alacak bir dış politika süreci izleyecek gözüküyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.