
AB ancak Türkiye ile ‘yeniden’ süper güç olur
Başkan Trump'ın 'yeni küresel düzen' adına 'yüksek perdeden' açıklamaları uluslararası ekonomi- politik sistemin tüm önde gelen aktörlerini şaşırtmaya; ama, bilhassa Avrupa'yı derinden sarsmaya devam ediyor. ABD-Rusya-Çin üçlüsüyle anlam kazanacağı küresel platformlarda dile getirilen 'Yeni Yalta Modeli', Avrupa Birliği (AB) açısından önemli bir sınamayı da birlikte getirmekte. Görünen o ki, gerek Almanya'nın muhtemel şansölyesi Merz (geçmiş kariyerine dikkat), gerek Alman kökenli AB Komisyonu Başkanı von der Leyen, gerekse de Fransa Cumhurbaşkanı Macron Avrupa'nın liberal demokrasi kanadının son destekçileri olarak algılanmalarının yanı sıra, Avrupa siyasetinde ağır eleştiri altında olan liberal demokratik anlayışın temsil ettiği fikirleri 'AB değerleri' gibi savunmaya devam edecekler.
Ancak, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın vurguladıkları üzere, Avrupa ekonomisi hayli zorlu, küresel rekabetteki konumunun ağır bir sınamaya maruz kaldığı bir süreçten geçmesi yetmezmiş gibi, Avrupa merkez siyasetinin zamanın ruhunu doğru okuyamamasına bağlı olarak, aşırı sağ siyasi hareketin Avrupa'da siyasetin belirleyici aktör haline geldiği sıkıntılı bir süreçten de geçiyor. Cumhurbaşkanımız geçtiğimiz yüzyılın albenisi en yüksek ideolojisi olan liberal demokrasinin ciddi bir krize ve darboğaza girdiği tespitine işaret ederek, bir dönem tüm sorunların ilacı olarak gösterilen liberal demokrasinin artık eski gücünü, eski itibarını ve etkisini yitirdiği gerçeğinin altını çiziyor. Unutmayalım, liberal demokrasi ile birlikte paketlenmiş olan 'küreselleşme 2.0'ın pazarlama merkezi olan Dünya Ekonomik Forumu ve Davos zirvelerinin son dönemde hayli sönük geçmesinin nedeni de bu temel gerçeğe dayanmakta.
Türkiye'de kimi siyasi partilerin içerisindeki belirli aktörler ve kimi gönüllü sivil toplum kuruluşlarının köşe başlarındaki belirli aktörler de acınası bir tutkuyla, beyni kitlenmişçesine Avrupa'daki 'liberal demokrat' dostlarının çırpınışlarına sarılmış durumdalar. Küresel jeopolitik ve jeoekonomik düzenin yeniden yapılanma sürecini reddeden, Küresel Güney Ülkeleri'nin yükselişini ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı E7 ülkelerinin G7 ülkelerini solladığı gerçeğine gözlerini sımsıkı kapatmış bir 'bağnaz' gruptan söz ediyoruz. Oysa bu bağnaz grubun acınası bir tutkuyla kendi kaptırdığı arkaik 'Atlantikçi' anlayış, telafi edilemeyecek şekilde ortasından çatladı, dağılma sürecine girdi. Soğuk Savaş dönemine de dayanan bu arkaik Atlantikçi (küreselci) anlayış demodeleşerek tarihin çöplüğüne doğru savrulurken, Cumhurbaşkanımız Erdoğan net bir şekilde Avrupa Birliği'ni ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye'nin, Türkiye'nin tam üyeliğinin kurtaracağını vurguluyor.
Çünkü, ekonomisi ve demografik yapısı hızla yaşlanan Avrupa'ya can suyu verecek olan da yine Türkiye'nin tam üyeliğidir. Avrupa'nın İspanya, İtalya, Macaristan gibi stratejik ağırlığa sahip ülkeleri çoktan bu temel gerçeğin farkındayken, pek çok AB ülkesi Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin acilen hızlandırılmasını dile getirirken, AB'nin bilhassa liberal demokrat kanadı bu temel gerçeklerle ne kadar erken yüzleşir ise, kendileri için o derece hayırlı olacaktır. Türkiye ise, hep olduğu gibi, yapıcı bir anlayışla, karşılıklı fayda ve saygı temelinde üyelik sürecimizi ilerletmek arzusundayız. Cumhurbaşkanımız Erdoğan bunun için AB'nin ve birliğe yön veren ülkelerin yanlışta ısrar etmekten vazgeçmesi gerektiğini de hatırlatıyor. Herkes şunu anlamı, Türkiye artık 360 derecelik bakış açısı ile, pergelin bir ucunu Ankara'ya sabitleyip, artık tüm dünyayı kucaklıyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.