Dengesizlikten denge kurmuşuz kendimize yuvarlanıp gidiyoruz. Ha nereye gidiyoruz? Orasını asla bilemiyoruz.
Dengesizliğimize bayılıyoruz.
Dengesizliğimizi normal sayıyoruz.
Dengesizliğimizle adeta gurur duyuyoruz.
Dengesizliğimizi havalı buluyoruz.
Dengesizliğimiz için bahanemiz çok.
En hak etmeyen sudan durumları abartıyoruz, olmayacak yerlere koyuyoruz, tartışmalara doyamıyoruz, memleket meselesi yapıyoruz, tweet bombardımanına tutuyoruz.
En konuşmamız gereken yerde sus pus oluyoruz, olay mahallinden topukluyoruz, karışmak istemiyoruz.
Yahu senin geleceğin, senin toprağın, senin meselen, senin çocuğun, senin hakkın!
Ama yoook, biz sadece kimin kimi mıncıkladığıyla ilgileniyoruz, kimin ne giydiğiyle, kimin kimle seviştiğiyle, kimin kaç gram aldığıyla.
Paramızı saçma sapan şeylere, sigaraya, alkole, falcıya, lotoya, açgözlülüğümüze harcarken bir dakika bile düşünmüyoruz ama sağlığımız için doktora gitmeyi lüks sayıyoruz ya da diyelim çocuğumuzu spora yazdırmak yük geliyor, sinema-tiyatro dediğin zaten listeden ilk silinenler oluyor.
Bir televizyon dizisi için üç saat koltukta oturabiliyoruz ama en yakın dostlarımızı görmeye, kitap okumaya, yıllardır öğrenemediğimiz o müzik aletini çalmaya bir saat bulamıyoruz.
Ne kadar dengesiziz, önceliklerimiz ne kadar garip, nasıl da kandırıyoruz kendimizi.
Paramızı da zamanımızı da aklımızı da ruhumuzu da aşkımızı da harcıyoruz ve bunu görmüyoruz. Çünkü görmek istemiyoruz. Dengesizliğimizin dengesine inanmışız, sellere kapılmışız gidiyoruz. Peki artık gitmesek olmaz mı?