Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Aziz Valentin maskeli aşk

Bu hafta salı akşamı bir toplantıya davetliydim. Saat 21.00 sularında çıktım. Arabaya biner binmez şoför, sahil yolunun çok tıkalı olduğunu, Taksim üstünden gitmemiz gerektiğini söyledi, "Peki," dedim. Yola vurduk kendimizi, ama Taksim trafiğini, Etiler trafiğini geç geçebilirsen.
Ertesi gün erkenden Madrid'e gidiyordum. Sabah 06.30 civarında havaalanındaydım. İşlemleri yapan kızcağıza sordum, evden 04.00'te çıkmış. Ne vakit uyuyup, kaçta kalktığını merak ettim, o, "Bir saat uyudum," deyince "Tamam," dedim, "dün aşk günü, âşıklar günüydü, ondan." Kızcağız mahcup mahcup ama biraz da şeytani bir edayla gülünce uyandım, bir önceki akşam trafiğinin sebep-i hikmetini anlamıştım. Gülüyorum şu Sevgililer Günü'ne. Hele bizim parmezan peynirine 'parmiijın' diyen tahammül fersa 'birtakım insanlar'ımızın 'St. Valentine's day' deyişi, neredeyse aklımı başımdan alıyor. Bazılarına, "Efendim siz diğer azizlerin günlerini de kutluyor musunuz?" diye soruyorum, tersleyen mi istersiniz, ters ters bakan mı...
Babam akıllı bir adamdı.
Bu tür günlerin 'kapitalizmin oyunu' olduğunu söylerdi. Bir matematik de kurmuştu kafasında ve bunların neredeyse yazdan yani insanların en çok para harcadıkları mevsimden önceki zamanı dolduran birer 'düzenleme' olduğunu işaret ederdi. Yalan değil, öyledir. Şubatta sevgililer, mayısta anneler, haziranda babalar günü.
Sevgililer günü hayatımıza paldır küldür girdi. Ben 1990'lı yılların sonuna kadar böyle bir 'heyecan fırtınası'nın ülkemizde estiğini anımsamıyorum. Doğal; o yıllar Türkiye'nin tüketim kültürünü lüksle birlikte keşfettiği zamanlardı. Kapitalizm bir çalım attı; sıradan, orta sınıfa dayalı tüketimi lüksle buluşturdu.
İnsanların 'marka'larla haşır neşir olması böylece başladı.
Böyle olmasında, böyle de aşk söz konusu olduğunda bu kapitalizmle kurduğu ilişkinin şaşırtıcı bir yanı yok. Çünkü aşkın kendisi icat edilmiş bir şey. Bir 'kurum' aşk. Bunun kendine özgü koskoca bir tarihi var. Aşk, elbette kökeninde antropoloji ve kimyanın olduğu bir organik duygu. Üremenin ve onu sağlayan cinselliğin bir oyunu, ön hazırlığı aşk. Ama orada kalmamış, bırakılmamış.
İnsanın yerleşik düzene geçmesinden, eşli hayatı seçmesinden, evliliği icat etmesinden başlayarak adım adım kurgulanarak geliştirilmiş.
Bugün anladığımız anlamda kur yapmaya, flört etmeye dayalı aşkı, Batı'nın geliştirdiğini çok yazdım, çok söyledim. Bu bir saray kültürüdür. Rönesans'la birlikte başlamıştır. Madame de Steal'in Princess de Cleve isimli romanından sonra ve Laclos'nun o muhteşem Tehlikeli İlişkiler romanıyla sistemleşmiştir ve her dönem kendi aşk kültürünü, gene o dönemin cinsel kültürüyle birlikte oluşturmuştur.
Bunda şaşacak bir şey yok.
Aşk bir kere bu derecede karmaşık bir kültür haline getirildikten sonra insanın en gizli yerlerine dokunan bir gerçeğe dönüşmüştür. Çünkü aşk, insan ilişkisidir, cinsellikle iç içedir, bir iktidar problemidir ve bunların özeti olan o dehşet verici 'ihanet'le örülüdür, onu hiç değilse kapının dışında tutar.
Doğu toplumlarında bu durum daha farklıdır, çünkü o kültürün benliğinde aşk, delilikle ilgilidir. 'Olmayan' bir şeydir aşk.
Bu dünyayı 'yalan dünya' diye nitelendiren, gene bu dünyayı öteki, asıl, dünyanın bir 'yansıması' olarak kabul eden bir kültürde Leyla geldiğinde Mecnun onun zaten olmadığını söyleyecektir.
İşin hoş yanı da budur. Hayyam gibi, Nedim gibi 'var olan' bir aşktan dem vuranlar, onun cinsel yanını zorlar, diğerleri olmayan bir sevgiliyle tahayyüllerinde yaşar.
Gene de sembol Mecnun'dur; adı üstünde: mecnun!
Pasaport kuyruğunda bütün bunları aklımdan geçirdikten sonra, "Aşkın bu dayatmalarının altında, ihanet ve ahlak meseleleri vardır," diyorsam, "Acaba şu Valentinciler, o gün ve gece boyunca bunu bildikleri, hiç değilse derinden derine sezdikleri için mi bütün o karnavalı yaşıyorlar, yoksa, tüm o neşe, esrime, karnavallarda suratlara geçirilen ve herkese istediği gibi davranma izni veren, suçu, günahı örten bir maske olmasın?" dedim, kendi kendime.
Malum, Attila İlhan "İhanet bir bilmecedir," diyordu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA