Futbolla, televizyon dizileri birbirine benzer.
- İkisi de kitleler içindir, 'tribüne' oynanır.
Yani ikisinde de müşteri velinimettir!
- Birisi yeşil sahada, diğeri renkli camda oynar. Evet!
Eskiden biri toprak sahada, diğeri siyah-beyaz ekrandaydı.
Ama artık eski çamlar kocaman kocaman endüstri haline geldi!
İkisinde de milyar dolarlar konuşuyor.
- İkisinin de başarısızlığa tahammülü yok. Başarısız hoca, başarısız futbolcu gibi başarısız dizinin de hemen ipi çekilir.
- Eskiden ebeveynler, futbolcu olmak isteyen erkek çocuklarının ense köküne tokadı çakıp sunturlu bir küfür savurur; oyuncu olacağım diyen kızlarına ise 'lan ırıspı mı olacaksın?' diye çıkışırlardı. Şimdi ikisi de umut ve hayal kapısı. Babalar erkek çocuklarının göbek bağını futbol sahalarına gömüyor; analar kızlarını janjanlı giydirip, cast ajanslarına götürüyor.
- İkisinin de fanatiği mevcut. Takımı için ölen, öldürenler olduğu gibi, Kurtlar Vadisi'nin Çakır'ı ölünce ölüm ilanı verenler var. Kimisi Alex'in donunun rengini, kimisi Ezel'in Ramiz Dayı'sının sözlerini ezbere bilir.
- Birisi reyting yaratır, diğeri reytingle hayatta kalır. - Ama en baba benzerlik ikisinin de kitlelerin hayatlarının odak noktası olması.
Maç saatine göre randevu verenler mi ararsın, dizi saatine göre kenefe gidenler mi? Kimisi hançeresini yırtarak hakemin yedi sülalesini anar; kimisi Ali Kaptan'ın ağzını burnunu kırmak ister. Yani ikisi de hayatın gözbebeği, nurudur!
Yani ekmek arası helva gibi, 'futbol-dizi arasıdır hayatlar!' Susan Sontag, "İnsanoğlu Platon'un mağarasından bir türlü dışarıya çıkamamakta, eski alışkanlığını sürdürerek hâlâ gerçeğin imgeleriyle oyalanıp durmaktadır," der ya. "Gerçeğin imgeleriyle", 'Öyle Bir Geçer Zaman ki!'