Anneler ve evlatlar
LÜBNAN'IN KANLI TARİHİYLE YÜZLEŞME
Bu haftanın bir başka anne hikayesi İçimdeki Yangın'da ise, ikiz kardeşler Jeanne (Melissa Desormeaux-Poulin) ve Simon (Maxim Gaudette), ölen annelerinin ardından, aile geçmişleriyle hesaplaşmak zorunda. Bu da, Fransız Kanadası'ndan anavatan Lübnan'a bir yolculuk anlamına geliyor. Anne Nawal'ın (Lubna Azamal) vasiyetine bakılırsa, hiç tanımadıkları babaları oralarda bir yerde hayatta; üstelik bir de erkek kardeşleri var. Onları bulmak için çıktıkları yolculuk, Lübnan'ın kanlı tarihindeki türlü faciayla yüzleşmek anlamına geliyor. Kısacası, tam da filmin aldığı 'Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı' adaylığına yakışan bir konusu var. Ve bu dalda yarışan filmlerin 'çoğu' gibi, kahramanların psikolojisinden çok 'insan haksızlıkları'yla ilgileniyor. Jeanne ve Simon'un iç dünyasında nelerin cereyan ettiğini, genellikle olayların trajik boyutuna bakarak bizzat tahmin etmek durumunda kalıyoruz. Onlar da aşağı yukarı bizim gibi gözlemciler filmin içinde. Bütün felaketleri, Nawal sırtlanıyor. Hıristiyan kızı Nawal, ilk darbeyi bir Müslümanı sevmiş olmaktan alıyor. Sahip çıkamadığı bir çocuğun acısının üzerine, başkaldırmak ve böylece savaşın bir parçası olmakla gelen 'ceza'lar ekleniyor.
'KORKUNÇ' SON
Zefir'in şiirsel arayışlarının aksine, İçimdeki Yangın (bir miktar sıkıcı) bir 'belgeci' ruhuyla ilerliyor ama tıpkı Belma Baş'ın filmi gibi, 'korkunç gerçek'i sona saklıyor. Bu noktada öyle bir melodram kurgusuna kapılıyor ki, Yılmaz Güney'in Baba filmini aratmıyor. Tek fark, burada doğum lekesi yerine 'doğum dövmesi' var. Bunları anlatmak için 130 dakikaya gerek var mı, savaşları çıkaran ve sürdüren 'pür matematiksel iblis'ten bahsetmek için 'onca' tesadüf şart mı, orası tartışmalı... Haftaya yine bir sorunlu 'ana-kız' filmi izleyeceğiz: Isabelle Huppert'in sorumsuz bir anneyi canlandırdığı Copacabana: Düğün Hediyesi. Ama bu sefer türümüz komedi olacak.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.