Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MEDAİM YANIK

Maraş Depreminin Psikolojisi

Maraş depremi 13 milyon kişiyi direkt etkilemekle beraber 85 milyonluk Türkiye'yi hatta tüm insanlığı psikolojik olarak etkiledi. Depremin yeryüzünü yaracak, şehirleri çökertecek, 38 bin can alacak (enkazlar kaldırılınca sayı artacaktır) düzeyde şiddetli olması dolayısıyla insan ruhunu derinden etkilemesi kaçınılmazdır. Bu deprem bireysel düzeyde hayata bakışımızı değiştirip, ruhsal hastalıklar oluşturacakken; toplumsal düzeyde devleti, organizasyonları ve diğer insanları güven - güvensizlik ve umut - umutsuzluk ikileminde değerlendirmeye sebep olacaktır.

Depremin Bireysel Düzeyde Ürettiği Psikolojiler
Deprem kişilerin geçmişte yaşadığı psikolojik rahatsızlıkları tetikleyebileceği gibi, travmatik etkisiyle daha önce tanısı olmayan kişilerde yeni psikolojik rahatsızlıklar açığa çıkartabilir. Bu yeni çıkan rahatsızlıklar; kaygı, depresyon, psikolojik bedensel belirtiler şeklinde olabileceği gibi depremle daha direkt ilişkili "travmatik yas" veya "travma sonrası stres bozukluğu" şeklinde de olabilir.
Depremden etkilenme şekli kişiden kişiye farklılıklar gösterecektir. Kabaca dört farklı psikolojik seyir oluşacaktır. Bir kısmımız depremden psikolojik açıdan geçici olarak etkilenip kendi normaline dönecektir. Bu gruptaki kişilerde üzüntü, ağlama, çaresizlik, huzursuzluk, bir şeye odaklanamama, ekran başına kilitlenme, korku, öfke, uykusuzluk, midede yanma gibi bedensel belirtiler bir süreliğine oluşsa bile kısa sürede kendi normallerine dönerler. Bu durum olanları unutup duyarsız olmak anlamına gelmez, aksine hastalanmadan deprem ve sonuçlarıyla mücadele etme anlamına gelir. İkinci grup, "akut stres bozukluğu" adını verdiğimiz bir klinik tablo geliştirecek ama bir ay içinde kendi normaline dönecektir. Bu kişiler depremi sıkıntılı bir şekilde tekrar tekrar hatırlayacaklar, her uyaranla deprem yeniden oluyor hissi yaşayacaklar, kabuslar görecekler, duyguları olumsuza dönecek, dalıp gidecekler, depremi hatırlatan her şeyden kaçıp uzaklaşmak isteyecekler, her an bir şey olacakmış gibi tetikte olacaklar ve uykuları bozulacaktır. Üçüncü grupta ise bu belirtiler artık bir aydan daha fazla devam edecek ve "travma sonrası stres bozukluğu" dediğimiz tedavi gerektiren klinik tablo yerleşecektir. Dördüncü grupta ise kişi depremin ürettiği psikolojik etkilerden kurtulup kendi normaline dönmesinin ötesine geçip, neyin daha önemli olduğunu anlayarak, hayat önceliklerini değiştirerek "daha anlamlı bir hayat" yaşar hale gelecektir. Bu duruma psikoloji literatüründe "yaşam değiştiren deneyim" ve "travma sonrası büyüme" denir.
Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişileri, bedeni zarar görmüş ve fizik tedavi gerektiren kişilerin psikolojik versiyonu gibi düşünebiliriz. Zihnimiz normal çalışma düzenini kaybetmiş, yaralanmıştır. Bu tabloyu yaşayanların bir kısmı kendiliğinden zamanla iyileşirken diğer bir kısmı tedavi edilmedikçe yıllarca kalıcı olabilir. Kaba bir matematikle söylersek birinci grup hepimizi kapsarken, ikinci gruba depremden direkt etkilenenlerin %50'sini, üçüncü gruba ise depremden direkt etkilenenlerin %10'u girecektir. Bu rakamlar, depremden fiziksel olarak yaralananlara ek olarak yaklaşık 1 milyon insanın psikolojik olarak yaralı hale geleceği anlamına gelir.

Depremin Toplumsal Düzeyde Ürettiği Psikolojiler
Deprem sonrası toplumda korku, üzüntü, olup bitenleri durdurma isteği, yardım etme arzusu, çaresizlik ve öfke gibi yoğun duygular oluştu. Bu yoğun duygular insanları dayanışmaya da çatışmaya da geçirebilecek güce sahiptir. Nitekim bu yoğun duygular hem yardımlaşma ve dayanışmaya hem de siyasal kutuplaşmaya aracı oldu. Yoğun duygular bundan sonra da deprem gündemi ile beraber dolaşımda olmaya devam edecektir.
İnsanlar afet durumlarında farklı tepkiler verirler. Bir kısmımız harekete geçerek elinden geleni yapmaya çalışırken, bir kısmımız ekran başında kalarak ağladı çoğu kimse bu iki kesimin arasında tepkiler verdiler. Az sayıda insanda duyarsızlık oluşurken baskın çoğunlukta dayanışma davranışı baskın geldi.
Toplumsal psikolojinin diğer ayağı ise "olup bitenlerin nasıl algılandığı" meselesidir. Olup bitenlerin algılanması "söylem üreten organizasyonların" etkisiyle oluştuğu gibi "yaşanan gerçekliğin kendisi" tarafından da oluşturulur. Söylem üretenlerin siyasal savaşı gözlerimizin önünde açık bir biçimde seyretti. Ama "büyük ve açık bir gerçeklik" varken, sırf söylem üreterek istenen algı oluşturulamaz. Sahanın gerçeği eninde sonunda baskın söylem haline gelir. Depremin algılanmasına sosyal medyanın önemli bir etkisi olsa bile algıyı son noktada saha belirler.
Bu tür durumlarda geniş kitleler güven - güvensizlik ve umut - umutsuzluk ikilemi arasında kalırlar. "Devlet, hükümet, organizasyonlar ve diğer insanlar ne kadar güvenilir?" sorusu cevaplanmaya çalışılır. Diğer taraftan "Bu yıkım ve acılar giderilebilir mi?", "Bu acıları kim sarıp yeniden inşa edebilir?" soruları üzerinden de umut - umutsuzluk spektrumunda bir yerde cevap verilir. Bazı insanlar ise daha büyük bir resme bakarak Osmanlı son döneminden başlayarak, 100 yıllık Cumhuriyet sürecinde konut politikalarının toplamına bakarak "Konut işini millet ve devlet olarak iyi yapabildik mi?" sorgulamasını yaparlar.

Psikoloji Perspektifinden Depremle İlgili Öneriler
Psikolojik yardım, sadece psikoloji alanında çalışanların yaptığı özel bir terapi müdahalesi olarak algılanmamalıdır. İnsanların temel ihtiyaçlarının giderilmesi, barınacak yeni mekanlarının oluşturulması, çalışacak işlerin var edilmesi psikolojik iyileşmenin önemli bir parçasıdır. Deprem bölgesinin adaletli ve güven verici şekilde yeniden inşası psikolojik iyileşmenin birincil şartıdır.
Deprem kaba tahminle ruh sağlığı çalışanlarının müdahale etmesi gereken 1 milyon insan oluşturdu. Bu durum ruh sağlığı alanında büyük bir hizmet ihtiyacı demektir. Var olan kapasite buna yetmez. Zaten ruh sağlığı hizmetlerinin geliştirilmeye ihtiyacı vardı. Deprem bu ihtiyacı daha acil hale getirildi. Bu ihtiyaç ilk etapta gönüllülerin çabasıyla yürüyor gibi görünse de orta ve uzun vadede gönüllü çabası yetersiz kalacaktır. Bu sebeple psikoterapi yapabilecek eğitimdeki kişilerin devlete bağlı hastanelerin bünyesine alınması gerekir. Eş zamanlı olarak da Türkiye'den ve dünyadan gelen gönüllü grupların belirli bölgelerde proje bazlı hizmet etmelerinin yolu açık tutulmalıdır. Bu durum tüm Türkiye ve dünyadan gelen arama kurtarma ekiplerine verilen izin ve desteğe benzer.
Ayrıca, korona virüs salgını döneminde oluşturulan 14 kural önerisi gibi "ruh sağlığını koruyan faktörleri" bir öneri listesi haline getirerek toplumda kampanyalarla yaygınlaştırmak gerekir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA