Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Halep sabunu

Bu yazıya başlamadan önce eşime seslendim: "Hatırlıyor musun, sana Halep'ten sabun getirmiştim? Ne oldu onlar?" Kullanılmaması için kolay erişilmeyecek bir yerde sakladığını söyledi. Rica ettim, gidip, getirdi.
Burnuma doğru götürüp uzun uzun kokladım.
Halep sabunu ilk bakışta pek çekici gelmeyebilir. Kahveye çalan bir rengi vardır. Ama içi yemyeşildir. Geçmişi 3 bin yıl önceye dayanır. Ve 3 bin yıldır aynı yöntemle, aynı araçlarla üretilir. Ve de aynı bileşimle: İki kez preslenmiş zeytinin yağı, defne parfümü ve bitkisel sud kostik...

***
Bu girişten sonra Halep sabununu bir kez daha burnuma götürüp soluğumun olanca gücüyle kokladım, içime çektim. Ve kendimi anıların çağrışım yolculuğuna teslim ettim.
***
O sabunları 2009 Mayıs'ında almıştım. Halep'ten. Şimdi Paris'teki merkeze atanan "Agence France Presse"in İstanbul Büro Şefi Michel Jean Bernard Sailhan'la birlikte. Hatta bozuğum çıkışmadığı için ona bir avro borçlu kalmıştım. Hakkını helal etti, geçti.
Bernard'ın ve benim Halep'te bulunmamızın nedeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Hanım'ın 15-17 Mayıs 2009 tarihleri arasında Suriye'ye yaptıkları resmi ziyaretin heyetinde yer almamızdı.
Gezinin ilk durağı Şam'dı. Gül çiftine Suriye başkentindeki içten karşılamayı anlatıp bugün buruk acıya dönüşmüş anılar bohçasını açmanın pek âlemi yok.
Ama Halep ayağını birkaç cümleyle de olsa özetlemek zorundayım ki, 3 bin yıllık sabundan söz etmemin bir hikmeti olsun.
16 Mayıs 2009'da gitmiştik Şam'dan Halep'e. Esad çifti de (Beşar ve Esma Esad ve de iki çocukları), Gül çiftine eşlik etmek için Halep'e geçmişti.
Bugün bile gözümün önünde ve zaten daha önce birkaç yazıda söz ettim: Esad önce biz Türk gazetecileri Halep'teki evinde ağırlayıp sohbet etti. O yazıları okuyanlar hatırlayacak, kâhin değilim ama Esad'a başta basın ve ifade olmak üzere temel özgürlüklerde açılım yapmazsa, ülkesinin geleceğinin pek parlak olmayacağını, hiç de diplomatik sayılmayacak cümlelerle anlattım. Yüzü asıldı.
Neyse... Akşam oldu. Esad çifti, Halep'in o görkemli kalesinde Gül, eşi ve Türk heyeti onuruna dillere destan bir davet verdi. O an hep gözümün önünde: Gül ve Esad girişte konukları karşılıyorlardı. Sıra bana geldiğinde Gül, "Ülkemizin önde gelen gazetecilerinden" dedi; yarı somurtkan, yarı gülümseyen Esad hem elini, hem başını sallayıp "Evet, evet, onu bugün yakından tanıdım" diye elini uzattı.
***
Yine neyse... Ertesi gün "Kültürel tur" vardı programda. Esad ve Gül çiftleri Halep Kalesi'ni bir de gündüz gözüyle dolaştılar, sonra çarşıya indiler. Halep kapalıçarşısına. Biz de peşlerinden.
Onlar esnafla konuşup hatıra fotoğrafları çektirirken, Bernard ve ben çarşının sabun satıcıları bölümüne geçip, işte şu an bile kokladığım Halep sabunlarını aldık.
Halep'in kapalıçarşısı 1450'lerden kalma. Tıpkı bizim Kapalıçarşı'da olduğu gibi bölümleri ya da mahalleleri veya zamanında loncaların planladığı sokakları var: Şurası kumaşçılar bölümü, şurası altın işlemeciler, şurası ipekçiler (Halep'in ipliği binlerce yıldır dillere destan. Tabii kadifesi de), şurası pamukçular, halıcılar, nargileciler, dericiler, gümüşçüler, parfümcüler...
Ve elbette sabuncular...
10 kilometre boyunca uzanıp gidiyor Halep kapalıçarşısı. Tıpkı bizim Kapalıçarşı gibi.

***
O kadar tarihi, o kadar değerli ki Halep'in kapalıçarşısı; UNESCO tarafından "İnsanlığın ortak uygarlık mirası" listesine alındı. Taaa 1986'da.
Ve şimdi o çarşı yanıyor. Suriye iç savaşının alevleri onu yutuyor.
Kim yaktı, kim orayı bombaladı; önemli değil.
Önemli olan, Halep kapalıçarşısı tümüyle değilse bile, çok büyük bölümüyle tarih sahnesinden çekilecek.
Geçmişleri birkaç yüzyılla sınırlı devletlerin sözcüleri de bu tarihi soykırıma timsah gözyaşları döküp, "Ne yaparsınız, Ortadoğu'nun kaderi" diye iç çekişle geçiştirecekler.
Gerçi başka bir yazının konusu yapacağım ama şimdiden kamuoyunun tartışmasına açabilirim:
Uluslararası hukukta insanlığa karşı işlenmiş suç var. Savaş suçu var. Soykırım suçu var.
Peki, niye türkırım suçu yok? Peki, niye uygarlığa karşı işlenmiş suç yok?
Halep sabununu bir kez daha burnuma götürüp, derin derin kokladım. Ve ağladım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA