Keşke...
Şimdi "Merhametten maraz doğdu" desem, doktorlar ve insan hakları, pardon mahkum hakları savunucuları feryat-figan ayaklanacak.
"ABD Dışişleri -eski- Bakanı Hillary Clinton'ın tam da devir-teslim veya veda gününde yapılan bu saldırıyla 'Rock Star diplomat'ın belleğinde ve de bir gün kaleme alacağı anılarında Ankara'ya esaslı bir yer ayırmasına neden olundu" desem, "Tasası sana mı düştü" tepkileri gelecek.
Ama şurası kesin:
1- Veda sürecinde Clinton'ın ağzına Bingazi'den sonra bir pas tabakası da Ankara'daki saldırıyla sürüldü.
2- Adalet Bakanlığı'nın cezaevlerindeki hasta mahkumlar için "Kesin hayati tehlike varsa" kriterini alabildiğine yumuşatıp "Bireysel olarak ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa" koşuluna bağlaması sonucu 400 kadar hükümlünün evlerine ve ailelerine teslim edildiği günlerde bir eski hasta mahkumun böyle bir eyleme kalkışması, kaderin cilvesi olarak hukuk, siyaset, sağlık ve diplomasi tarihlerine geçti.
Ecevit Şanlı'nın 12 yıl sonra -epeyce- sağlıklı olarak Ankara'daki ABD Büyükelçiliği önünde arz-ı endam etmesi, ister istemez "O dönemde kamuoyu yanıltıldı mı" sorusunun aklımıza takılmasına yol açıyor.
Kim bilir, belki de...
Çünkü 2000'lerin başında cezaevlerinde ölüm orucuna yatanlar için Adalet ve Sağlık bakanlıkları yetkililerinin önlerinde pek fazla seçenek yoktu:
Mahalle baskısı şu: Diğer mahkumlar ve onları ölüm orucuna zorlayan örgüt liderleri, "Durumunuz kötüleşmiyor, yoksa siz gizli gizli bir şeyler mi yiyorsunuz" diye söyleniyorlardı. Zira, "Korsakoff sendromu"nu önlemenin tek ilacı bünyeye "B1 vitamini" yüklemekti.
12 yıl sonra yeniden yurda gönderildi.
Sonuç malum.
Ya da Türkiye'yi kurtaracaktı.
Zira yeni kriterin ikinci ayağı diyor ki, "Toplum güvenliği için tehlike oluşturan hasta hükümlüler salıverilemez, cezaevi bünyesindeki sağlık ünitelerine nakledilir."
Seri katiller, şizofrenler ve iflah olmaz canlı bombalar/teröristler için getirilen önlem bu.
Bu düzenleme keşke o zamanlar düşünülseydi, keşke o zamanlar uygulanabilseydi...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.