Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Suyu dinlerken

Dünyada 80 kadar ülke gördüm, gezdim ama çok istediğim bir diyara gitmek bir türlü nasip olmadı. Dahası, o diyar içimde giderek büyüyen bir ukdeye dönüştü.
Orası, Moğolistan. Hayır, ne başkent Ulanbatur'u görmek istiyorum, ne Moğolistan'ın uçsuz bucaksız steplerinde ve bozkırlarında at koşturmak... Benim derdim, suları buz gibi olan Onon ırmağını görmek. "Buz gibi" iki anlamı da içeriyor:
Hem soğuk, hem tertemiz.
Onon özlemim çeşitli nedenlere bağlanabilir.
Örneğin, tarihin gelmiş-geçmiş en büyük imparatorluğunu kuran Cengiz Han'ın o ırmağın suladığı bölgede doğması gibi. Ama ben Bozkurt değilim; o yüzden de özlemimi besleyen kaynak o olamaz.
Bir başka neden, Cengiz Han'ın Onon'u kutsallaştıracak kadar önemsemesi olabilir. Bırakın ırmağı kirleteni, tüküreni bile öldürtüyordu. Kellesini uçurtarak. Bakın, bu makul bir gerekçe kabul edilebilir.
Ama kendimi yokladığımda özlemimi, Onon'un soğuk ve tertemiz sularında yüzmek arzusunun kamçıladığını kavrayabiliyorum.

***
Çünkü ben derelerde, akarsularda, ırmaklarda yüzmeyi denize tercih ediyorum.
Çünkü ben derelerin, akarsuların, ırmakların eko sistemlerinden büyüleniyorum.
Çocukluğumda yüzmeyi denizlerde değil, derelerde öğrenmemden olsa gerek.
***

En son ne zaman, nerede bir ırmakta yüzmüştüm yarabbim...
Belleğimin raflarında dolaştım.
Buldum. 1990'ların sonuna doğru Tayland'da. Ülkenin kuzeyinde yer alan Chiang Mai kenti yakınlarında, Himalayalar'da doğup Çin'de denize dökülen dev Mekong ırmağını besleyen akarsuların birinde...
Sularla öpüşen salkımsöğütlerin mutluluk fısıltıları bugün bile kulağımda...
Ne yazık ki, M.Ö. 6'ncı yüzyılda yaşadığı varsayılan Efesli hemşehrim, Sokrat öncesi filezofların en gizemlisi Herakleitos'un dediği gibi, "Aynı suda iki defa yıkanmak mümkün değil."
***
Bütün bunları bu hafta üç gün geçirdiğim Münih çağrıştırdı. Daha doğrusu Münih'te kaldığım otel.
Otelim, Hilton Park, Münih'in dışında, nefes kesen güzellikteki bir parkın kıyısında yer alıyordu. Münih'in Central Park'ı diyebileceğimiz ama Central Park'tan da büyük olan İngiliz Bahçesi'nde. Almanca ifade etmem gerekirse, "Englischer Garten"da.
Ve bir akarsu oteli yalıyordu:
Eisbach.
Akşamları günün yorgunluğunu atmak için Eisbach'ın kıyısına oturdum.
Hayır, bir meslektaşımın çok sevdiği Çin atasözü dürtüklemesiyle değil: "Bir derenin kenarında yeterince sabırla beklersen düşmanlarının cesetlerinin akıp geçtiğini görürsün..." Çünkü benim hiç düşmanım yok.
Çünkü Çin'deki derelerden ve ırmaklardan da artık "Düşmanların cesetleri" değil, domuz leşleri akıyor.
Benim ise, Eisbach'ın çok güçlü akan sularının müziğini dinlerken, çevremde porsuklar, su samurları dolaşıp durdu hep.
Ne dinginlik, ne saf bir mutluluk Tanrım...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA