Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

"Ben İspanyolum.. İspanyolum.. İspanyolum!.."

"YO soy Espanol, Espanol, Espanol!"
Johannesburg'daki maçın bitiş düdüğü çalar çalmaz, 8 bin kilometre ötedeki bir ülke bu şarkı ile çınlamaya başladı. Madrid'deki Cibeles Çeşmesi'nin havuzuna kendisini fırlatan gece kondu çocuklarından, Barselona'nın ünlü Ramblas Caddesi'ndekilere kadar bütün İspanya ayni neşe ve coşku dolu şarkıyı söylüyordu. Ama herhalde Mahbubul Alam kadar yürekten söyleyeni yoktu, içlerinde. Madrid'in kenar mahallelerinden birinde, maçı bir kahvedeki televizyona, camın dışından bakarak izleyen Mahbub, herkesle birlikte "Ben İspanyolum, İspanyolum, İspanyolum" diye bağırırken tir tir titriyordu, heyecandan. Oysa bir Bangladeşliydi ve olup bitenlerin umurunda olmaması gerekirdi.
Her Dünya Kupası'nın kendine has öyküleri vardır. Bunun da var. İspanyol kalecisi Casillas'ın sevgilisi çıkan TV spikerine canlı yayında kondurduğu öpücükten, İspanyol gazetelerinin "Bu şampiyonluk, ülkenin bozuk giden ekonomisini düzeltecek" yorumlarına kadar.. Ama 2010 Dünya Kupası İspanya için, goller ve penaltıların ötesinde bir anlam taşıyor. Yeni İspanya'ya ait, yeni bir kimlik.
Yeni İspanya nedir?. Günlük spor gazetesi Genel Yayın Müdürü Roberto Palamar, futbolda 80 yıl süren susuzluğun sona ermesinin bir tesadüf olmadığını anlatıyor.
"Basketbolda, NBA'de oynayan oyuncularla kazanılan Avrupa Şampiyonluğu, Formula 1'de Alonso, teniste Rafael Nadal tesadüf değiller. 1975'te diktatör Franco ölüp, demokrasi ve ardından sosyalist hükümet gelince, dünya çapında sporcuların yetişmesini sağlayacak alt yapı hazırlandı. Bugün her kasabada, milyonlarca euroluk spor merkezleri, her merkezde de yapay çim sahalar var." (Yapay çim, sahanın her gün 16 saat kullanılmasına imkan veriyor. Bu yüzden kasabada her yaş gurubu antrenman yapma fırsatı buluyor.)
İspanya'nın Dünya Kupası, ardından zorunlu olarak bir ulusalcılık öyküsü getiriyor.
Catalonya ve Bask eyaletleri, etnik kimlikleri, kendi dilleri ve otonom yönetimleri ile merkezi Madrid'den çok uzaktalar ve futbolu yıllardan beri politik bir sembolizm aracı olarak kullanıyorlar.
Barça (Barsa okunur) ile Real Madrid arasındaki korkunç rekabet kaynağını siyasetten alıyor. Koyu bir Real taraftarı olan diktatör Franco'ya karşı Catalanlar, 40 yıl boyunca yöresel kimliklerini Barcelona'yı destekleyerek ortaya koydular. Pek çok Catalan bir gün kendi milli takımını alkışlamak hayali güderken, İspanya adı taşıyan herhangi bir takıma sempati göstermeyi aklından bile geçirmiyordu. Ama bu yıl her şey değişti. İçinde yedi Barçalı olan ve La Furia Roja/Kızıl Öfke diye adlandırılan takım, normal milli takımdan çok fazla destek gördü. "Takıma Kızıl Öfke demek, kendisini İspanyol hissetmeyenlerin dahi bu takıma sempati duymasını sağladı" dedi, Barcelonalı iletişim uzmanı Antoni Gutierrez. "Takımın forması tek renkti. Ama bu rengin içinde değişik gölgeler vardı."
Bunlar, ülkedeki bölgesel gerilimin sona erdiği anlamına gelmiyor tabii.. Finalden bir gün önce, İspanyol Anayasa Mahkemesi, önemli bir otonomi ile yönetildiği halde, Catalan halkının kendisini ayrı bir ulus olarak vasıflandırma hakkının olmadığına hükmetti. Bu kararı protesto için binlerce Catalan caddelerde yürüyüş yaptı. Ama ertesi gün 75 binden fazla Catalan kent meydanlarına belediyenin kurduğu dev ekranlardan final maçını izledi. Bu tarihte ilk defa oluyordu.
Belediye Başkanı "Cumartesi günü protestocuların en başında yürüdüm. Pazar günü de ailemle birlikte maçı coşku içinde izledim" dedi.. "Burada, ikisini de yapabilirsiniz."
Futbolun yarattığı birlikte olmak havası Catalanlarla sınırlı değil. Madrid'in etnik nüfusla ünlü Lavapies Mahallesi'ndeki Çinli dükkancılar, Faslı kasaplar, Senegalli manavdan alışveriş eden Perulu ev kadınları yani İspanya nüfusunun yüzde onunu oluşturan göçmenler de o gece İspanyoldu. 11 Temmuz gecesi bütün bölge tek ulus görünümündeydi. Herkesin sırtında kırmızı forma vardı. Ekvador göçmeni Romera, hatta köpeğini bile İspanyol renklerine boyamıştı. Boynuna bağladığı kırmızı fularla ekran karşısına oturan Pakistanlı Azhar Abbas "Burası Almanya ve İtalya değil. Burada göçmenlere ayrım yapmıyorlar.
Ben de İspanyolum" diyordu. "Bu sabah camiye gittim ve Torres'in iyileşmesi için dua ettim."
Afrika restoranı Baobas'da Casillas, Robben'in golünü önleyince dua ediyordu insanlar. De Jong'un tekmesi Xavi Alonso'nun böğrüne gelirken, ekrana kilitlenmiş bir Çinli kadın, birkaç etnik İspanyol, bir düzine Senegalli, hepsi değişik aksanlarla kırmızı kart çıkarmayan hakeme sövüyordu.
Madrid'de Hasan Keyf'in döner restoranında da durum farklı değildi. Gecenin bir yarısında 20 kadar genç Faslı, ellerindeki İspanyol bayraklarını sallayarak ve gazoz şişelerini tokuşturarak "El viva Espana" şarkısı söylemeye başladılar. Muhammed Duud "Bunlar futbolun ilahları" dedi, İspanyol takımı için Fas'tan 12 yaşındayken gelmişti. Şimdi 22 yaşındaydı. İspanya takımını yürekten destekliyordu. "Burası benim ülkem artık. Ben İspanyolum. Tabii İspanya benim takımım olacak" diye anlattı.
"Yani bu mantıkla sen Real Madrid taraftarısın öyle mi" diye sorulduğunda kafasını şiddetle salladı.. "Deli misin sen?. Ben bir Barçalıyım!.."
(Bu yazıyı Time Dergisi'nin, 26 Temmuz tarihli sayısından naklettim.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA