Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Rüya gibi bir konser!..

"Rüya gibi her hatıra" der ya şarkı.. Bu defa, her şarkı rüya oldu benim için.. Her şarkıda anılar geçti gözlerimin önünden..
Konser bana hayatımın en güzel anlarını hatırlattı.. Hepsi bir film oldu, geçti gözlerimin önünden..
Anlatacak anıları olmayanlar "Anılar beni sıkar" diyeceklerine, kendi yaşamlarını sorgulasınlar?.
Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall'deki Yıl Sonu konserinden söz ediyorum.
"Zaman geçer.. Müzik kalır" başlıklı konserden..
Adı bile beni anlatıyor.. Zaman nasıl geçmiş gerçekten ama o müzik ve o müziğin geri getirdiği anılar hep duruyor..
Program, Broadway ve Hollywood'un ünlü müzikal ve film şarkılarından derleme..
Doruk Görkem Tokur'un piyanosu eşliğinde soprano Seren Akyoldaş ve tenor Emre Oktayoğlu..
Önce Doruk.. Tüm konserin yükünü taşıyan adam.. Harika çaldı, hem solo, hem eşlikçi olarak.
Halen konservatuar yüksek kısmında okuyor ama, yurt dışında çok önemli çalışmaları olmuş, yığınla da ödül kazanmış.. Tek eleştirim.. Fiziksel görünümünü bir başkasına benzetmeye çalışmış sanki..
Başkası olma, kendin ol, Doruk.. Sen kendine yetersin..
Tenor Emre'nin insanın içine akan bir sesi var. Ayni zamanda ödüllü bir besteci ve aranjör..
Komple müzisyen. Albüm yapıyormuş. Hemen alırım.
Soprano Seren, yurt dışında İtalya'da yaşıyor.
İtalyan Operalarında söylüyor ama ayni zamanda ev sahibi.. Konservatuar okurken Boğaziçi Üniversitesi Tarih ve Edebiyat bölümünü de bitirmiş iyi mi?.
Konseri "80 Günde Devrialem"in efsane şarkısı ile Emre açarken, arkadaki ekrana 1950'li yılların sonunda defalarca izlediğim filmin görüntüleri geldi.
Jules Verne'in kitabını babam daha ilkokul ikide iken almıştı bana.. Nasıl hevesle okumuştum.
O devirde dünyayı 80 günde dolaşıp Paris'e geleceğine iddiaya giren Phileas Fogg, deveden, balona zamanın tüm araçlarını kullanarak tam 80 günde Paris'e varacakken, beklenmedik bir aksilikle son anda gecikince "Vah.. İddiayı kaybetti" diye ne üzülmüştüm okurken. Ama roman orda bitmiyordu..
Dünyayı dolaşırken, her boylamda dört dakika kazanıyoruz ya.. Saat farkları ordan ya..
Fogg da, dünyayı çepe çevre 360 derece dolaşırken, 4'er dakikadan tam 24 saat, yani bir gün kazanmış, kendine göre 81 gün yaşarken, Paris'te 80 gün geçmiş ve iddiayı kazanmıştı. Tam 40 dev sanatçı minnacık rollerdeydi, David Niven baş rolü oynarken. Sahnedeki ekranda bir an Frank Sinatra'yı gördüm.. O bile varmış kısa rollerden birinde.. Unutmuşum..
Gene Emre, bu defa yanında Seren'le Damdaki Kemancı'nın ünlü, dünyayı saran ve hala dillerden düşmeyen düeti Sunrise Sunset'i seslendirirlerken, ekranda Topol'un harika filminin görüntüleri vardı. Kaç kez izledim..
Ama benim gözlerimde canlanan, Cüneyt Beydi.. Gökçer..
Ne muhteşemdi Ankara'daki temsiller.. Şarkıları, dansları, oyunculuğu ile ne harikuladeydi.. 20 defa falan gittim. Her boş olduğum gece..
En son Zehra Yıldız'ı anma gecesinde, AKM'de izlemiştim, Cüneyt Beyi, Sütçü Tevye kostümleriyle "Bir Zengin Olsam Ben"i söylerken..
O yaşta gene muhteşemdi.. Kulise koşup boynuna sarılmıştım "Cüneyt Bey, Damdaki Kemancı'yı gene oynamalısınız" diye.. "Ben oynarım" demişti. Ama sen onlara (Yani İstanbul Opera ve Balesi'ne) söyle ki, repertuara alsınlar.."Büyük Cüneyt'i son gördüğüm o geceyi hatırlıyordum işte, o enfes şarkıyı harika yorumlayan bizim gençleri dinlerken..
İkili Tiffany'de Kahvaltı filminin ünlü şarkısı Moon River'e geçtiler..
Gençliğimi, New York'a ilk gidişimi hatırladım.. Audrey Hepburn'un filmi 60 yıllarda öyle efsane olmuştu ki, otelime yerleşir yerleşmez fırlamış, doğru Tiffany'ye gitmiştim.
O vitrini görmek, o havayı koklamak için..
Zamanın en ünlü kuyumcusuna.. Ben de her genç gibi Audrey'ye aşıktım o yıllarda tabii..
Finali gene sayısını unuttuğum kere seyrettiğim Batı Yakası'nın Hikayesi yaptı.. West Side Story ve o unutulmaz aşk şarkısı.. Today.. Romeo Jülyet'tendi ya konu.. Today de, günümüze getirilmiş Balkon Sahnesi..
..Ve Cem Özer'i hatırladım.. İstanbul'a taşındığım 80'li yıllarda bu müzikali, hem de kendi özel tiyatrosunda sahneye koyma cesareti göstermiş ve başarmıştı. Benim gönlümdeki "Hayat Boyu" ödüllerinden biri, geçenlerde ölümden dönen Cem'edir..
İkinci yarı ve benim "İlk on" listemde hayat boyu değişmeyen şarkım..
Somewhere over the Rainbow..
Gökkuşağının üzerinde bir yer.. Filmi hem Judy Garland'dan, hem de kızı Liza Minelli'den kaç kez izledim.. İzleye izleye ezberledim zaten..
Seren, Emre "Gök kuşağı" düeti beni daha da eskilere götürdü.. Yazı yazmayı öğrendiğim ilkokul birinci sınıfa, Bandırma'ya.. Bir hikaye yazmıştım iyi mi?. 7 yaşında ilk hikayem.. Keşke saklasaymışım o dosya kağıtlarını..
"Erkek adamın erkek çocuğu olur" diye gezilen yıllar.. Bir küçük kız, kız doğduğuna öyle pişman edilmiş ki, erkek olmak istiyor. Okuduğum bir masalda gök kuşağının altından geçenler cinsiyet değiştiriyorlardı.. Benim kız da ufukta gök kuşağını görünce, evden kaçıp altından geçmeye gidiyor.
Dönünce aileyi şaşırtacak. Hepsi artık onunla iftihar edecek!.
Hikayemin sonunu ne yazık hatırlamıyorum ama, gök kuşağı değil, güneş gibi Duygu Asena doğdu ufkumuza da, biz erkekleri adeta "Kadın doğmadığımıza pişman eder" hale getirdi.
Paul Newman ve Robert Redford tabii ve Butch Cassidy ile Sundance Kid tabii.. ve tabii Raindrops Keep Falling on My Head..
..derken.. derken sıra geldi benim 1 numara müzikalime.. My Fair Lady..
Seren "I could have dans all night/ Bütün gece dans edebilirim" derken, ben de "Bütün gece dinleyebilirim" diyordum.
Hayat boyu dinledim çünkü..
Ankara'da Cüneyt Bey..
Ayten.. Asuman Korad.. Şahap, büyük Şahap Akalın.. Tekin Akmansoy..
Bozkurt Kuruç.. Ne muhteşem temsildi..
Londra'da Old Vic'te hem de Kraliçe'nin locasında seyrettim, inanın bizde daha iyiydi..
Müzikal Broadway'de patlayınca, Hollywood filme çekmeye karar vermiş ve tüm Broadway kadrosu ile anlaşmıştı. Biri hariç.
Oyunun baş oyuncusunu dünyada kimse tanımıyordu.
Sadece onun yerine Tiffany, Roma Tatili ve Öğleden Sonra Aşk ile ortalığı kasıp kavuran Audrey Hepburn'u seçtiler Eliza rolü için..
My Fair Lady, 8'ini kazanarak, 12 dalda Oscar adayı oldu. Aday bile olamayan ise, baş roldeki Audrey Hepburn'du. Peki o yıl En İyi Kadın Oyuncu Oscarı'nı kim aldı?.
Mary Poppins ile Julie Andrews.. Yani My Fair Lady'nin Broadway'deki Eliza'sıyken, Hollywood'un "İsimsiz" diye kenarda bıraktığı ve yerine Audrey'yi oynattığı o muhteşem Julie!.
Audrey mi?. Beş kez Oscar adayı oldu, kazanamadı.
Ölümünden sonra "Hayat Boyu Onur Oscar"ını oğlu aldı, adına..
Londra'da Kraliçe'nin locasında seyretme öyküm de ayrıdır..
Marlo Morgan, Bir Çift Yürek adlı herkesin, özellikle de gençlerin mutlak okuması gereken bir kitap yazmış. Bizde de basılmış, dağılmış, satılmamış..
Bir sene sonra elime geçti.. Okudum..
Öldüm.. Geçtim bilgisayarın başına.. Nasıl döktürmüşsem bu köşede 18 baskı yaptı. Marlo, Türkiye'ye, imza gününe geldi. Tanıştık. Buluştuk..
Yemekler yedik. Konuşma arasında söz My Fair Lady'ye geldi. "Bu yıl Londra'da yeniden sahnelenecekmiş.
Gideceğim mutlak" dedim.. "Bana da haber ver, ben de gelirim" dedi.
London Times'e haberi okuyunca Hüseyin'e (Özer) haber verdim "Geliyorum" diye.. Marlo'ya da mail attım.. Kadın sahiden gelmez mi?. Hüseyin Özer, o zaman Londra'nın en pahalı banliyösündeki üç katlı villasında bizi misafir etmez mi?.
Tiyatro'ya gittik ki, Şeref Locası.. Kraliçe'nin Locası yani. Elizabeth'in oturduğu kadife koltuklardan izledim My Fair Lady'yi.. Hadi unut bakalım?.
..ve nihayet geldik, Müzikal deyince akla gelen en büyük isimlerden Andrew Lloyd Webber'e..
Opera'daki Hayalet tabii.. Gerçi ben onun Cats finalindeki Memories şarkısını en çok severim ama, oynama rekorları kıran Opera'daki Hayalet'in yeri ayrı.. Çeşitli vesilelerle kaç kez gittim Londra'ya.. Sezon sonuna dek bilet yok..
Dördüncü, beşinci mi?. "Bu defa ölsem göreceğim" dedim.. Ölüyordum az daha.. Açlıktan..
Cebimde 350 İngiliz lirası var. Bir hafta ordayım.. Karaborsa gişesine gittim. Tam 275 pound saydım, biletimi aldım. 75 pound ile de bir hafta yedim içtim, o uğurda.. Günde 10 İngiliz.. Bir cola bir McDonalds 3 ingiliz, varın hesaplayın, nasıl yaşadığımı..
Neymiş.. O dillere destan dev avize nasıl düşecekmiş tepeden de darmadağın olacakmış..
Yerim de en önlerde iyi mi?. "Molla!.. Kolla" dedim kendime durmadan o sahneyi beklerken..
Think of Me ve All I Ask for You'yu seslendirdi bizim ikili ve finale geldiler.. Ama ne final..
1992 Barcelona Oyunları'nın kapanış gecesi..
Stadın ortasındaki dev podyumun tepesinde Sarah Brightman ve Jose Carreras.. Dev ekranda, dünyadan canlı yayın.. Dünyanın en ünlü kentlerinin en ünlü meydanlarında, bu arada Taksim'de de, insanlar el ele vermişler dans ediyorlar "Amigos para Siempre" diye haykırarak..
Friends for life.. Hayat boyu arkadaşlar..
Ben de "Yahudi tepesi/ Montjuik"deki Olimpik Stadda, elli metre ötelerindeydim, Sarah ile Jose'nin..
"Amigos para siempre" diye haykırarak ve 80 bin kişi ile hüngür şakır ağlayarak..

***
Şimdi söyleyin bir konser yazısı mı bu okuduğunuz?.
Ben konser izlemedim ki..
Hayatımı yeniden yaşadım, 80 dakikada..
80 günde dünyayı dönmesem de, yeniden yaşattılar bana Albert Long Hall'de..
Nice yıllara Boğaziçim benim!.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA