Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İnsanın doğası... Bizim doğamız...

Hâlâ geçen hafta sonunda acil "Sokağa çıkma yasağı" ilan edilince, insanların her türlü tehlikeyi göze alıp, marketlere koşmasını ve rafları boşaltmasını konuşuyoruz.
Hâlâ gazetelerimizde, yasağa rağmen kahvelere doluşup okey oynayanların, deniz kenarında banklara oturup yasakları devamlı ihlal edenler yüzünden, belediyelerin söktürdüğü bankların haberlerini, eleştirilerini okuyoruz..
Kıyametler kopuyor, gazetelerde..
Köşelerde.. TV'lerde..
Oysa, ikisi de doğal..
Gülüyorsunuz değil mi?.
Anlatayım o zaman..
"Aç kalma korkusu ile raf boşaltma" insanın, "kural tanımama" ise Türk insanının doğasında var.

*

İnsanoğlu, kaydını, izini bulabildiğimiz son 400 bin yılda, 28 büyük salgın ve 4 büyük kıtlık yaşadı.
Sadece bu 4 kıtlık döneminde, yok olma, yeryüzünden silinme tehlikesi atlattı.
Bu yüzden DNA'larımız, kıtlık ve açlık tehlikesine göre programlandı, salgına göre değil..
Darwin'in "Survival/ Neslini Devam Ettirme Teorisi" DNA'ların "Yok edici tehlikeye karşı programlanması" değil mi, bir yerde..
Bugün, bilim adamları Covid-19 tipi koronavirüsün mutasyona, yani değişime uğrayacağını neye dayanarak söylüyorlar?.
Yaşam yeri sadece insan vücudu olan bu virüs, insanları tüketirse, kendisi de tükenecek.
Onun da DNA'sı "Survival" üzerine programlı olduğu için, mecburen dönüşecek.. Normal grip gibi hasta eden, ama öldürmeyen bir virüs olacak.
Bizim DNA'mız salgına değil, kıtlık ve açlığa karşı programlı olunca..
"Sokağa çıkmak iki saat sonra yasak" haberini alır almaz, programlı bilinç altımız, salgını değil, açlığı düşünmemizi sağlıyor ve corona, moronayı aklımıza bile getirmeden, kucak kucağa marketlere koşuyoruz.

*

İkincisi, yani kural dinlememe, bizim ülke insanımızın doğası..
Bu köşeye 1990 yılında oturdum. O günden beri yazdığım baş konu "trafik" oldu.
Neden trafik olduğunu da 30 yıldır, defalarca söyledim.
"Yürümeyi öğrenen çocuğun devletle ilk karşılaştığı yer, trafiktir. Büyüdükçe kuralları öğrenir.. Öğrendikçe de onların nasıl durmadan ihlal edildiklerini, hatta devletin gözü önünde ihlal edildiklerini görür.. Giderek bu ülkede kuralların 'ihlal edilmek için' konduğu beynine çakılmaya başlar.. Anarşi tohumları beyinlere böyle ekilir..
Ünlü Dadaloğlu Türküsü'nün ne dediğini kavrar, gençliğinde..
'Ferman padişahın, dağlar bizimdir.
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.' Anarşist kafası, kural tanımazlık böylece doğamıza kaydolur.
Devlet otoritesinin hiçe sayıldığı kentler, dağbaşı olur.
Salgında bile.. Nasılsa "Kalan sağlar bizim" ya!.
Şimdi, yasakta sokağa çıkanların, kepenkleri indirip gizlice okey oynayanların yaptıkları aynen bu değil mi?
1990'dan beri kaç defa yazdım bu devlete "Uygulatamayacağınız kuralı koymayın. Hatta polislerinizi de yollardan çekin ki, insanlar 'Bu devleti tanıyan yok. Ben niye tanıyorum ki' demesinler" diye..
Çözüm de önerdim.. Kafamdan değil.
Dünyadaki uygulamadan. Okuduğum hukuktan.
Cezanın amacı "bedel ödetmek" değil, "engel olmak"tır. Dünyada trafik cezaları can yaktığı için engel olur. Bizde komik düşüktür.
Polisin onu yakalama korkusu nerdeyse sıfıra yakındır. Polisin kendisi de o komik cezanın işe yarayaca- ğına inanmaz zaten.
Bu yüzden, kolaylıkla bağışlar. Ya da ruhsatın içine konmuş birkaç kuruşa "Eyvallah" der.
Kırk yılda bir kesilen, ama peşin alınmayan cezayı benim gibi enayiler, bankayla öder. Ama akıllı olan onu da ödemez. Çünkü bu ülkede durmadan ceza, vergi affı çıkar. Ödemeyen akıllı sıyırır. Sıyıracağını adı gibi bilir.
O zaman trafik cezasının amacı engellemek olabilir mi?.
Bizim yapmadığımız çalışmayı 2 binli yılların başında Almanlar yaptılar.
Adana- Edirne ile Edirne- Münih arası aşağı yukarı ayni mesafe.. Gözlediler..
Ayni TIR şoförü, ayni yükle, Adana- Edirne arasında 44, Edirne- Münih arasında 4 trafik suçu işliyor.
Neden?.
Hani cezanın engelleme yönü var ya..
Türkiye'de şoförün algıladığı yakalanma riski ve ceza korkusu yüzde 1..
Türkiye sınırından çıktıktan sonra yüzde 98!.
Onun için, orada ferman devletin, Türkiye'de dağlar bizim..
O kadar uzağa gitmeye de gerek yok, aslında.
SABAH gazetesi her çalışanına, görünür yerine asması için bir kart verdi. Giriş ve çıkışlarda otomatik güvenlik kapısı, onu tutarsanız açılıyor.
Kartını pantolon arka cebine koyup, kapıda poposunu ışığa dayayanlar var, iyi mi?.
Kartı asarlarsa, damgalı eşek oluyorlarmış..
Peki bu kartları dağıtan yönetim, asılmasını sağlamak için ne yaptı?. Hiçbir şey..
40 yönetim değişti. Değişmeyen tek şey, "Dağlar bizimdir." Gazetenin tek damgalı eşeği benim..
Bu yüzden 8 kişi bindiğimiz asansörde yanımda duran kim?. Bizden biri mi, hangi serviste bilmiyorum..
İstanbul Emniyeti'ne hakkımda ciddi ihbarlar yapıldığı için koruma altındayım.
"Şu adam beni vurmak için yukarı gelen terörist de olabilir. Bu sabah köşeme harika güzellik katan çizimi yapan ressam da.." Hadi bilin bakalım.
Asansör dedim de..
10 katlı bina. Yüzlerce çalışan..
Dört asansör. Kapıda "Gideceğiniz yöndeki düğmeye basın" yazıyor..
Uyan var mı?.
Uyanık dolu SABAH'ta.. İki yöne birden basıyor. Gelen asansöre biniyor.
Arkadaşları, affedersiniz gerzek arkadaşları sıralarını beklerken, onlar uyanık ya, kapıda sıraya girip bekleme, ya da dolu gelen asansörleri seyretme yerine, içerde zaman geçirmeyi tercih edip, ters yöndeki boş gelene biniyor ve kazanıyorlar..
Kendi meslektaşlarını eşek yerine koydukları için kazanıyorlar.
Şimdi bu uyanıkların, güya gazeteci (!) uyanıkların "Kurallara niye uyulmuyor" deme hakkı var mı?.

*

Yani dostlarım, salgından değil, açlıktan korkmak insanın doğasında kayıtlı.
Devletin kurallarına uymamak Türk insanının, kendi kurumunun kurallarını hiçe saymak da SABAH mensuplarının doğasında çakılı..
Şimdi anladınız mı, neden doğal, ikisi de?.

***


AVM'ci Cengiz!..

"Herkesi nasıl bilirsin" dermiş ya eskiler.. Cengiz kardeşim de, bu "yasak" günlerinde herkesin peşinde dolaşması mümkün olmadığından, evinde oturup, sallamış, "65 yaş üstündeki meslek ağabeyleri ne yapıyor" diye..
Benim için yazdıkları aynen şöyle..
"Hıncal Uluç (80):
AVM gezmeyi bırakıp eve kapattı kendini, hayatında ilk defa yazılarını gazeteye gitmeden yazıyor." Peki Cengiz, beni AVM gezerken nerde gördün?. Ya da kimden duydun?
Hayatta en nefret ettiğim şeydir AVM gezmek.
Bu yüzden bir gurupla olduğum zaman, onlar gezerken ben bir kafede oturur beklerim.
AVM'ye hayat boyu sadece sinema için gittim. Önce Akmerkez'deydi en güzel sinemalar. Oraya gittim. Sonra Kanyon daha güzel oldu, oraya.. En son da İstinye Park..
AVM'deki bir dükkandan bir şey alacaksam, en yakın kapıdan girer, en kısa yoldan alır çıkarım.
Benim gibi, AVM gezmekten nefret eden, üstelik yakın arkadaşın biri için bile salladığına göre, ötekiler için de aynini yaptığını düşünüyorum.
Kusura bakma!.
Yasak günleri bitince, bana borcun "İki Yemek" oldu.
Yiyeceğimiz AVM'yi sen seç!.

***


Biren!.

Dün sabah Günaydın ekimizde Bülent Cankurt'un haberi beni nasıl mutlu etti.
Monaco kaynaklı bir haber. Prens Albert'in özel danışmanı Hülya Biren "Burada herkes Türkiye'yi konuşuyor" demiş..
O haber hoşuma gitti. Ama asıl mutlu eden, o habere takılan satırlar ve fotoğraf..
Resimde Hülya'nın babası Işık Biren Amiralimiz var. Yüzünde maske, elinde dezenfektan.
Cumhurbaşkanımızın herkese armağan ettiği iki şey..
Bana da geldi onlar.
Mutluluk sebebim yıllardır haber alamadığım Işık Biren Amiralimi nihayet böyle sağ ve sağlam görmek..
Gençliğimde beraber çok güzel günlerimiz olmuştu.
Amiralim o zaman efsane Marmaris Tekstil Festivali'ne müthiş destek olurdu. Bendeniz Ege ve Akdeniz'e sadece festival için giden Hıncal da, her seferinde koşardım.
Yelken yarışlarından, konser gecelerine, defilelere nasıl harika günler geceler yaşardık.
Hele bir defasında Ercan (Arıklı, nurlar içinde yatıyor) bize teknesini de vermişti de, Ali ile (Kocatepe) hayatımın en unutulmaz yazını geçirmiştim.
Ne festival kaldı, ne de o Marmaris artık. Amiralimi de duymaz olmuştum.
İnşallah bir gün buluşur, o günleri konuşuruz, Işık Amiralim!.

***


Bugün de Fuat'la Mark!..

Karantina günlerinin, yaratıcılığa vakit ve fırsat tanıdığını anlatmış, geçmişten, Newton ve Shakespeare'den örnekler vermiştim.
Sonra da, bizden Ercan Saatçi'yi örnekledim sizlere.. Bugün sıra Fuat ve Mark'ta..
Fuat, bizim Fuat Güner.. MFÖ'nün F'si.. Mark İsrailli bir sanatçı.. Mark Eliyahu.. Dostlar.. Birlikte konser vermişler, İstanbul'da..
Mark bir beste yapmış.. Fuat'a "Sözlerini sen yaz" demiş.. Yazmış Fuat da.. Tam da bugünler için yazmış sanki.. Fuat bana mailledi. Dinledim. Bayıldım..
Şarkıları, "Nefes yerine" YouTube'a kondu dün.. Artık siz de dinleyebilirsiniz..
Şu güzel, şu anlamlı sözlere bakar mısınız?.

"Daldın dünyanın derdine

Duymaz görmez oldun
Duyarsız sevgisiz

Artık sen o sen değil
Nasıl tutsak oldun
Acımasız ilgisiz

Düşün en son ne zaman
En son nerede
Baktın gökyüzüne
Yıldızların işvesine

Düşün en son ne zaman
En son nerede
Kokladın bir çiçeği
Nefes yerine

İnan gün bugün
Hayat senin eserin
Güzellikler akar içine
Eğer istersen tüm kalbinle

Hadi geç olmadan
Uyan bu uykudan
Yeter ki gönlünde bul güzeli
Sevgiye uzat ellerini"

Ellerinizi sevgiye uzatırsanız dostlar, güzellikler içinde akacak hayatınızı kendiniz yaratırsınız.
Önce dinleyin şarkıyı..
Sonra açın telefonu.. Birine "Seni seviyorum" deyin.. Anneniz, torununuz, uzaklarda kalmış, nerdeyse unutulmuş bir dostunuza, ya da saksıdaki çiçeğiniz, kedinize..
Kim olursa.. Ne olursa.. Merak etmeyin "sevgi" öyle sihirlidir ki, herkes, hepsi anlar..
Kendini iyi hissetmenin yolu, sevgiden geçer!..

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir." Albert Einstein

TEBESSÜM
Hoca, cuma namazı sonrası konuşuyormuş..
"Ey cemaat!. Size bir iyi, bir de kötü haberim var.. İyi haber.. Camimizi onarmak için gereken paraya şu anda sahibiz. Kötü haber.. Bu para hâlâ sizin cebinizde.."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA