"SAÇLARINIZ SARI DEĞİLMİŞ!" DİYORLAR
-Ve en popüler olduğunuz, herkesin hafızalarına 'Nihale' olarak kazındığınız "Alemin Kıralı" dizisine gelelim…
Evet. "A saçlarınız da sarışın değilmiş!" diyorlar. Ama diyorum ki "O gerçek bir peruktandı." Ve hani o yani yaş katması için çok güzel değil mi?
-Onun peruk olduğunu bu arada ben şu an öğrendim, bilmiyordum…
Ama gerçek saçtan yaptırdık tabii ki. Kuaför arkadaşla birlikte üzerinde çalıştık. Zaten bir projede hani ekip olmak çok önemli. Ben ekiplerimi çok seviyorum. Işıkçısından, set çalışanına, kahveci ağabeyimden ya da ablamdan, makyöze, kuaföre. Bu bir ekip işi çünkü yani yönetmen, görüntü yönetmeni ve tabii ki yapımcı.
-O dönem nasıl tepkiler aldınız, şimdi nasıl tepkiler alıyorsunuz?
O dönem pek sokağa çıkamıyorsun çalışmaktan. O zaman farkına varamıyorsun. Ondan sonra tabii gelen tepkiler çok güzel. Ben bir de iç içe yaşamayı seviyorum. Doğal bir insan olduğumu düşünüyorum. Doğadan da kopmamam gerektiğini düşünüyorum. O yüzden herkes çok mutluysa insanların yüzünde beni gördüklerinde gülümseme varsa bu benim için çok değerli. Yani en büyük ödül bence. Gönüllerine girmişim. Beni görünce gülümsüyorlar. Bu çok değerli bir oyuncu için.
KADINA ŞİDDETİ BİZ MEŞRULAŞTIRMADIK! BİZ SADECE MİZAHİ TARAFINI GÖSTERİYORUZ
-Eleştirilere gelmek istiyorum. Sizin hayat verdiğiniz Nihale karakteri sürekli dayak yiyen bir karakterdi. 'Kadına şiddet' konusunun komedi malzemesi olması çok tepki çekmişti. Rolü kabul ettiğinize pişman oldunuz mu hiç?
Yani şimdi şu şekilde değerlendirmek lazım. Mizah yapıyorsun, kara mizah yapıyorsun, kara komedi yapıyorsun. Güldürürken düşündürmelisin. Düşündürürken de güldürmelisin belki. Şöyle bir örnek vereyim; bir cenaze var değil mi? Herkes çok sevdiğini kaybetmiş, ağlıyor falan. Ama bir yandan da gülmeye başlıyorsun. Yani ağlamayla gülme kardeş. Kadına şiddeti biz meşrulaştırmadık. Kadına şiddet var zaten. Bizim senaristimiz de yıllar yıllar önce Allah rahmet eylesin Kemal Ergen. Yasemince'yi kaleme almıştı. Ve Yasemin Yalçın'la İlyas Bey (İlbey) İtilmiş ve Kakılmış'ı canlandırıyorlardı. Bu başka bir versiyonu. Tabii ki kimse şiddete maruz kalmamalı. Şiddet de gösterilmemeli zaten. Evet, bunun komedisi olur mu? Olmaz. Kol kırılır, yen içinde kalır mı? Kalır. Ama bu yaşantıda var mı? Var. Bu sorulara bakmak gerekiyor. Yani şiddetsiz bir yaşantı var mı? Yani şu trafiğe çıkıyorsun. Herkes bir şiddet. Hayvanlara gösterilen şiddet. Bireysel şiddet. Eşine gösterdiğin şiddet. Şiddet sadece vurmalı, itip kalkmalı değil ki. Sözlü şiddet de var. İnternette başka şiddetler görülüyor. Yani şiddet zaten yaşamın bir gerçeği. Psikolojik şiddet keza. E şimdi yaşamdan bağımsız bir şeyleri göstermemek yanlış olur diye düşünüyorum. Bu da var. Ha bunun biz mizahi tarafını gösteriyoruz sadece. Alt tarafı çok dolu bence. Ben hep o yönden düşündüm. Ve aslında beni dövmüyordu Metin. Aslında ben onu dövüyordum. Evet gerçekten. Benden çekmediği kalmamıştı yani (gülüyor).
-Öyle mi diyorsunuz?
Tabii tabii öyle diyorum. Abim de Şafak Sezer. Şimdi bir şey olursa bilmiyorum artık Metin Yıldız.
METİN YILDIZ İLE ARAMIZ ÇOK İYİYDİ, PARTNERLE UYUM ÇOK ÖNEMLİ
-Aranız nasıldı Metin Bey (Yıldız) ile?
Çok iyiydi. Yani lokal bir ekibimiz vardı. Tem stüdyolarında çekim yapıyoruz. Her hafta orası zaten sizin eviniz gibi oluyor. Stüdyoya gidiyorsunuz. Gerçekten evinizin dekoru hazır. Biz bir de sesli çekim yaptığımız için. Partnerlerle uyum çok önemli. Öyle bir enerji, ekip olarak da oyuncular arasında da bir uyum vardı. O zaman işte zaten uzun soluk bu projeler oluyor. Ve bunu seyirci de biliyor. Senin samimiyetini, ekibi... Yani bir tane pürüzümüz olsaydı. Seyirci de sen bir kere dikenin üstünde olacaktın, seyirci de bunu hissedecekti. Herkes herkese anlaşmak durumunda değil ayrıca ama orası bir iş yeri ve belli bir kurallar var saygı ve sevgi çerçevesinde. Hani ayaklarımız geri geri gitmesin. Güle oynaya girelim ki hani güzel iş yapalım. Güzel enerjimizi yansıtalım diye düşününce insanlar bence hiçbir sorun yaşamıyorlar.
BUGÜN TEKLİF GELSE YİNE KABUL EDERDİM
-O günlere dönsek, Nihale karakterini yine kabul eder miydiniz?
Evet, kabul ederdim. Neden etmeyeyim? Ben bir oyuncuyum. Yani benim rol seçme gibi bir lüksüm olamaz. Eğer ben projeye inanıyorsam ve gerçekten de inandığım bir projede çalışacaksam ben rolleri kabul ederim. Şimdi bana başka roller de gelse kabul etmeyecek miyim? Benim hayat görüşüm, benim duruşum tabii ki benim kişiliğim. Tabii ki etrafa zarar verecek bir projede asla olmak istemem. O yüzden projenin içeriğinin çok önemli olması gerekiyor. Şimdi özendirici bir şey yapıyor musun? Gazetelerin benim zamanımda 3. sayfa haberleri vardı. O zaman kadın programlarında bir sürü konuşulan şeyi yaşatmamak gerekiyor. Haberleri açıyorsun, başka şeyler görüyorsun. Hangisini yasaklayacaksın? Hangisinden kaçacaksın? Bir takım insanlar da zaten bir şeyleri söylemek zorunda. Bunu komediyle yaparsın, bunu dramla yaparsın. Zaten sanatçının bir derdi olduğu için sanatla uğraşıyor. Kendini ifade etme şekli sanatıyla. Ben ressam olsaydım belki resimde bunu ifade edecektim. Ya da yazar olsaydım kitaplarda ifade edecektim. Şimdi oyuncu olunca birçok kişinin de sesi olmak zorundasın. Bu bir lüks, rol seçimi bence çok büyük bir lüks. Oyuncu tiyatro kökenli bir oyuncuysa, eğitimli ya da alaylı kastetmiyorum. Eğer o işte profesyonelleşiyorsa lüks olur oyuncunun rol seçmesi. Bu projeyi beğenmiyorsan beğenmedim ben bu projede çalışmak istemiyorum diyebilirsin. Ama içine sinen bir projede, bir mesele anlattığı bir projede, senin söyleyecek bir sözünün olduğu bir projede çalışmak istersin.
-Peki, diziyi eski kadro bugün yeniden çekiyoruz derseler ve size teklif gelse, kabul eder misiniz?
Şimdi tabii aradan bir 10 yıl mı geçti bilmiyorum biz de yaş aldık. 10 yıl sonra deyip başlayıp tabii ki iki tane çocuğu olmuş, Nihale'nin şaftı kaymış, işte çoluk çocuk sahibi, Kubat çocuklarına çok düşkün biri... Tabii ki, tabii ki. Neden olmasın? Teknoloji şimdi biraz daha iyi, çalışma koşulları biraz daha rahatladı her açıdan.
-Bir set anısı varsa dinlemeyi çok isterim…
Valla işte hani insanların fobileriyle hobileri var ya, ben fobimin olmadığını düşünüyordum. Yüksekten korkmam, hani dağda yürümekten korkmam, yılan çıkar, çıkar ne yapayım şimdi yani, dururum en azından. Hani su varsa su içerim, dokunmazmış ya su içene. Hani öyle önlemler alırım, çok korktuğum şeyler yoktur. Senaristimiz telefon açtı bir akşamüstü. "Ececan" dedi, "Böyle haşereli, böcekli böcekli sahneler yazacağım" dedi. "Korkun var mı?" dedi. A bana bir korku geldi.
-Hangi proje?
Alemin Kralı'nda. "Ay çok korkuyorum" dedim, nasıl olacak? "Aman onlar zaten plastik" dedi, "Canlı değil" dedi. "O zaman hiç korkmuyorum, yazabilirsiniz" dedim. Tabii canlı görsem şuradan şuraya zıplarım da, hani yapamam çünkü bir şey, onun gitmesini beklerim. Bakışırız falan herhalde gider diye düşünürüm (gülüyor).
-Peki, bu işin bu kadar konuşulmasının ve hala izlenip sevilmesinin ardındaki sır ne sizce?
Çünkü biz doğaldık, yani sempatiktik. Abartılı oyunlar, abartılı kostümler olsa da doğaldık, samimi olunca aslında birbirimizin canını acıtmadığımızı ve birbirimizi gerçekten sevdiğimizi ve ayrılamadığımızı da gösterdik seyirciye, bu da çok önemli. Yani kavga edersin, bir çocuğun yanında da kavga edersin ama o çocuk barıştığınız anı gördüğü anda anlarsın ki gerçekten de kalpler bir, birbirine zarar verecek insanlar değil. Çünkü sen barışmayı da gösteriyorsun, sarılmayı da gösteriyorsun, acıyı da gösteriyorsun, tatlıyı da gösteriyorsun. Tuzlu var, ekşi var yani her şeyi gösteriyorsun. O yüzden de çok seviyorlardı. Eski dizilerin tabii bir de böyle hep aile ortamları, aile dizileri, mahalle dizileri daha samimi, daha bizden olduğu için…
-Ekranda artık bir komedi işi, bir sitcom göremiyoruz…
Evet, biraz daha belki level atladık, hani bazı şeyleri merak ettik. Yani çok isterim ben. Her dakika ağlayacak mıyız? Her dakika silahlar mı patlayacak, ne oluyor, neredeyiz? Ama bizim gülmeye de, deşarj olmaya da ihtiyacımız var. Arkadaşımızla sohbet etmeye de ihtiyacımız var mesela.