-Nasılsın, nasıl geçiyor Kapadokya'da set günleri, biraz genel başlayalım…
Teşekkür ederim, çok iyiyim. Her şey çok güzel gidiyor.
-Masalsı bir şehirde masalsı bir aşk hikayesi… Senaryo ilk geldiğinde neler hissettiniz?
Yaman'ın okuduğum zaman tutkusu ve daha önceki oynadığım karakterlere nazaran kendimde keşfedebileceğim şeyleri, her insanın kendinde bulduğum zaafları, güçlü yanları vardır ya, ben de Yaman'ı okurken aslında Burak'ın geliştirmesi gereken ve aslında o kendinden kaçtığı, üzerine gitmesi gereken yerleri gördüm. Bunun üzerine gidebileceğimi düşündüm. Katabileceğim çok şey olduğunu gördüm. Ve genel olarak hikayenin gidişatı, ritmi çok hoşuma gitti ve bu işin içinde olmak istedim. İyi ki de olmuş.
YAMAN O KADAR KUSURSUZ DEĞİL
-O tutkulu aşık rolünü gerçekten çok güzel yansıtıyorsunuz. Bir de 'Yaman' ismi karaktere çok iyi oturmamış mı sizce de?
Çok. Çünkü güçlü bir isim. Zaten güçlü, mücadele eden gibi bir anlamı var. O yüzden de tam oturuyor. Karşısına da o kadar zorluklar çıkıyor ki; koşullar, içinde bulunduğu durumlar ve bununla mücadele etme biçimi de çok hoşuma gidiyor benim. Tam olarak beyaz atlı prens gibi bir aşık da değil Yaman. O kadar kusursuz değil. Ama kendi sevgi yöntemi çok hoşuma gidiyor benim. Karşısındaki kişiye bunu hissettirmesi, ne uğruna mücadele ettiğini görmemiz… Ne kadar ona kızsak da haklı olduğu bir tarafı hissetmemiz ve benim de bunu hissedip oynayabilmem benim de hoşuma gidiyor. Çünkü haksız bir yerden yapmıyor bunları. Gerçekten o çok güçlü tutkusuna sahip çıkıyor. Ve Feraye'ye (gülüyor).
İMKANSIZ AŞKI YARATAN İNSANLAR DEĞİL, KOŞULLARDIR
-Aşkın önünde hiçbir engel duramaz diye düşünürüz ama yaşadıkları onu imkansıza sürüklüyor… Peki, sizce var mıdır imkansız aşk?
İmkansız aşkı yaratanın koşullar olduğunu ben Yaman'ı oynarken anladım. İki insan o imkansız aşkı yaratmıyor. Hayatın içindeki bütün çevresel faktörler o kadar devreye giriyor ki, onlarla mücadele ederken iki insanın birbirini sevmesi durumu imkansız aşkı yaratıyor. İlişkilerde de vardır ya; biri kendini daha geri çeker sevse de 'hayır duralım, durmayalım' işte orada 'sevgiyi gayret devam ettirir' dedikleri nokta bu oluyor. Orada da imkansız aşkın ne kadar imkansız olduğunu görüyoruz.
-Bundan sonra Yaman'ı neler bekliyor?
Gittikçe duygu durumu ağırlaşıyor ve zor bir yere gidiyor ya, onu anlamak ve tahammül etmek… Ben bazen okuyorum böyle sahneleri, o gün gerçekten modum çok düşük oluyor. Mutsuz oluyorum ya. Ve diyorum ki, "Yaman buna nasıl tahammül ediyor günler boyunca? Nasıl uyuyor bu adam?" Çok zor yani. O yüzden bundan sonrası için de eminim ki hep aradığı şey ümit Yaman'ın. Zaten onu hayatta tutan şey buydu. Bir ümit. Bence bunu görebilir.
ÖZGE İLE EN BÜYÜK AVANTAJIMIZ…
-Özge Yağız ile sahneleriniz büyük ilgi görüyor sosyal medyada. Siz nasıl bir uyum yakaladınız sizce?
Çok güzel yorumlar var. Her zaman iki insan arasındaki o iletişim, kimya hissedilse bile doğru yansımayabiliyor. Herkes bunu hissetmeyebiliyor. Burada ikimizin Özge ile çok doğru bir iletişim kurması, şeffaf bir şekilde her an her şeyi konuşuyor olabilmemiz. Birbirimizin alınacağını düşünmeden, birbirimizin eksiklerini kapatabilmemiz bizim en büyük avantajımız oldu. Tabii ki Feraye ile bu kadar yakışıp, sevip, oynayabilmesi benim Yaman'la birlikte kurduğum ilişkinin aynı şekilde yansıması çok güzel. İyi bir şeyler yaptığımızı gördükten sonra bu bize çok büyük motivasyon sağlıyor ve daha da ilerisine gitmek istiyoruz. Hep de "Daha iyi neler yapabiliriz?" diye konuşuyoruz. Bu da tabii güzel geri dönüşler sağlıyor, mutlu oluyoruz.
-Nasıl bir set ortamınız var? Biraz kamera arkasında neler yaşanıyor onları dinlesek…
Sette de çoğunlukla aynısı, dizideki gibi. Hep beraberiz yani İlhan ile, Can ile de öyle. Can ile küçük kardeş ilişkimiz gerçek hayatta da aynı. Özge'yle nasıl iyi bir şeyler çıkarabildiğimizi düşünüyorsak, Can'la da öyle oluyor. O yüzden onu da seviyorum yani. Ah Can yok mu Can! (gülüyor.)
-Kapadokya'da günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz? Repo günlerinde neler yaparsınız?
Kapadokya'da vakit manzarasının tadını çıkararak geçiyor. Vaktiniz varsa sabah kalkıp balonu gün doğumunda izlemek, Kızılçukur'da gün batımını izlemek, arkadaşlarınızla bir arada böyle. Bizim İstanbul'da yaşadığımız gibi "O mekana gideyim, şu mekana gideyim" gibi değil de, daha böyle buranın doğal ambiyansının, büyüsünün keyfini çıkararak vakit geçirmeye çalışıyoruz. Bu da bizi dinlendiriyor açıkçası. O kaostan uzak olmak avantajımıza.
"BU BENİM MESLEĞİM OLMALI" DEDİM
-Biraz da sizi tanımak isterim… Bu mesleği ne zaman, neden tercih ettiniz?
Aslında liseden itibaren hep izlediğim tiyatrolarda filan hep etkileniyordum. Ve kendimi onların yerine koyarak o karakteri oynadığımı hep hayal ederdim. Sonra bu dürtü benim gelecekte ne yapmak istediğime dair bir ipucu verdi ve dedim ki "Mesleğimi de böyle seçmeliyim. Evet, bu benim mesleğim olmalı." Çünkü o zaman ben çalıştığımı hissetmiyorum. Zaten yapmak istediğim ve kendimi geliştirdiğim bir şeyi yapıyorum. Bundan sonra da üniversiteye giderken İstanbul'da kalmak istedim. Sonra bir yandan da oyunculuk eğitimleri aldım ve sürecim o şekilde başladı.
-Çocukken de oyuncu olmak istiyor muydunuz?
Çocukken oyuncu olmak istediğimi şöyle fark ettim; dedim ya hani, birini görüp kendimi onun yerine koyup oynardım. Dolmuşa bindiğimde dolmuşçu ağabey olmak istiyordum. Öğretmen bir ders anlatırken kendimi orada hayal edip öyle anlatıyordum. Yani insanların deneyimini yaşamak hoşuma gidiyordu. Ve "O deneyimi acaba ben nasıl yansıtırım"ı düşünüyordum. Bu da zaten oyuncu olmak demekmiş. Sonra zamanla bunu anladım.