Pazar 12.02.2012
Son Güncelleme: Cumartesi 11.02.2012

Devlet 'paralel devlet'e karşı

MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasıyla başlayan kriz tırmanıyor. Krizi, "Devlet, 'paralel devlet'e karşı" ifadesiyle özetlemek mümkün. Beklenen son savaş -Armageddon- biraz erken başladı. Bakalım kim kazanacak?

Aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu çok sayıda kişi Diyarbakır'da bileklerine vurulan plastik kelepçelerle maaş kuyruğundaki emekliler gibi sıra sıra dizilmiş bekliyordu. PKK'nın sık sık karakol basıp asker şehit ettiği bir dönemde örgütün dağ kadrosunu geriletemeyen güvenlik güçleri, hıncını KCK operasyonlarıyla şehirlerdeki 'sempatizan'lardan alıyordu. İşte o günlerde bu operasyonları kurgulayan 'derin akıl', Koma Civaken Kurdistan (Kürdistan Topluluklar Birliği) sözleşmesindeki siyasi yapılanma hedefine bakarak albenisi yüksek bir kavram üretti: 'Paralel devlet'. Burada bir felsefi ilkeyi; nesnel kavram üretiminde aklın, genelde kendi öznel deneyimlerini referans alma eğiliminde olduğunu hatırlatalım. Daha basit bir anlatımla akıl, başkasını tanımlarken bazen kendi özniteliklerini yansıtır. KCK operasyonlarının başladığı 2009'dan bir yıl sonra hayatını istihbarat ve terörle mücadele ile geçirmiş Türkiye'nin belki de en meşhur polis şefi Hanefi Avcı, önce iyi bildiği istihbarat ve psikolojik harekât operasyonlarıyla itibarsızlaştırılmaya çalışıldı ve sonra Devrimci Karargâh terör örgütüne yardım ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Bu olayı, 2011 yılında gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmaları izledi. Her iki gazeteciye de yine bir terör örgütüne üyelik suçlaması yöneltildi. Ancak bu defa artık âdeta 'psikolojik harekât jokeri'ne dönüşmüş 'Ergenekoncu' yaftası kullanıldı. Hâlbuki bu üç kişiyi iyi kötü tanıyan herkes (Tanıyanlara ben de dâhilim), bu kişilerin 'terörizm'le ilgilerinin olmayacağını biliyordu. Seçimlerin yapılacağı aynı yılın Haziran ayından önce birileri, sanki siyaset onlara böyle bir görev vermiş gibi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yetkililerinin gizlice çekilmiş mahrem görüntülerini internette yayınlattı. MHP'nin oyları bu operasyondan sonra düşmedi, hatta aksine belki de birkaç puan yükseldi. Bu arada 2007 yılından beri Ergenekon operasyonu kapsamındaki tutuklamalar da, dozu azalsa da devam ediyordu. Derken 2011'in sonunda beklenmedik bir tutuklama daha gerçekleşti: Cübbeli Ahmet Hoca lakaplı popüler vaiz Ahmet Mahmut Ünlü, suç örgütü ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle cezaevine konuldu.
ARMAGEDDON 2012'DE BAŞLADI
Bunlar olurken Türkiye, 2011'in son çeyreğinde TSK-MİT-polis işbirliği ile yakın tarihin en başarılı terörle mücadele operasyonlarını gerçekleştiriyordu. Ancak senenin bitimine üç gün kala, Uludere'de muhtemelen İsrail Gizli Servisi Mossad'ın da parmağının olduğu bir yanlış yönlendirme sonucu sınırdaki 34 köylü, PKK'lı sanılarak öldürüldü. Türkiye, Marduk yılı 2012'ye şiddeti giderek artan bu gerilimlerle girdi. Senenin ilk günlerinde Türkiye tarihinde ilk kez eski bir genelkurmay başkanı, İlker Başbuğ tutuklandı. Ve nihayet Salı günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan KCK operasyonunda 'şüpheli' sıfatıyla İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından ifade vermeye çağrıldı. Fidan'ın yanı sıra MİT eski Müsteşarı Emre Taner, eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve hali hazırda halen MİT Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan H. K. ile Y. Y. de aynı sıfatla ifade vermek üzere adliyeye davet edildi. Ancak MİT tarafından İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen itiraz yazısında 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesine dayanarak "Başbakanlık'tan gerekli izin alınmadığı için MİT yöneticilerinin ifade vermeyeceği" bildirildi. Bunun üzerine savcı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan değil, ama ifadeye çağırdığı diğer dört isim hakkında yakalama kararı çıkardı. Müsteşar Fidan'ın ifadesi içinse Ankara Savcılığı'na talimat yazıldı.
YARGI YÜRÜTME YE SİLAH ÇEKTİ
Yaşanan son gelişmeler yargının bir kesimi ile yürütme arasındaki derin çatışmanın göstergesi. Bu büyük çatışmanın ilk işaretleri aslında birkaç ay öncesinden verilmişti. İlk olarak KCK içinde MİT muhbirlerinin bulunduğu ifşa edildi. Bu yapılırken dünyanın en yaygın istihbarat kaidesi (örgüt içinde muhbir bulundurma) sanki suçmuş gibi lanse edildi. Şimdi bölge ısınmışken (Suriye'ye müdahale senaryoları ve İran'la savaş olasılıkları tartışılıyorken) yargı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin eski patronundan sonra MİT Müsteşarı'nı da tutuklamak istiyor. Bu güçlü isteği, iç ve dış politik gelişmelerden azade düşünmek ve "Yargı bağımsızdır," demek safdillik olur. Zira yargının tam bağımsızlığı, ancak meselesini halletmiş, evrimini tamamlamış ve de jüristokrasi heveslisi savcı ve yargıçların olmadığı bir ülke için geçerli bir prensiptir. Bu çatışmanın adını dürüstçe koyalım: Bu bir devlet krizi değil, 'milli' olanla 'gayri milli' olan arasındaki savaştır. 'Gayri milli' olan, kardeşi Habil'i öldüren Kabil gibi cinayet işlemekte azimli. Kavgayı 'gayri milli' olan kazanırsa -ki bu biraz zor görünüyor- CHP'ye oy veren laik-ulusalcı çevrelerden MHP'ye oy veren Türk milliyetçisi kesimlere, AK Parti'ye ya da BDP'ye oy veren Kürt seçmenlerden Türkiye'nin neredeyse bütün muhafazakâr kesimlerine herkesi, her merkezi ve nihayet AK Parti'yi, seçilmiş iktidarı karşılarına alanlar, yargı eliyle bu memlekette iktidar olup ülkeyi yönetebileceklerini sanıyor olmalılar. Ama şunu unutuyorlar: Desteğini halktan alan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan rol çalmaya çalışanlar (Yani Frodo'nun yüzüğünü ele geçirmeyi hedefleyen Smeagollar) hep hüsrana uğradılar. Bakalım son savaşın, Armageddon'un galibi kim olacak? Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan sonra Türkiye'nin 26. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı da tutuklatmak isteyenler başarılı olabilecekler mi? Bu soruların cevabını yakında öğreneceğiz. Son hamleler ile 'paralel devlet', asıl devleti, düelloya davet etti. Kim demiş bu ülkede düello geleneği yok diye. Var olmasına var ama Vahşi Batı ve Rus usulü değil, alaturka modelinden var. Sonuç olarak artık silahlar da çekildiğine göre Çehov'un "Duvarda asılı tüfek patlamalıdır," ilkesi gereğince ölümcül bir politik çatışma da kaçınılmaz.
İSRAİL'İN İSTEMEDİĞİ ADAM
İsrail'in -üzerine vazifeymiş gibi- MİT'in başında istemediği Hakan Fidan, 1968 Ankara doğumlu. On beş yıl süreyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) astsubay olarak görev yaptı. AK Parti'nin kurulduğu 2001 yılında ordudan istifa etti. University of Maryland University College'dan yönetim ve siyaset bilimi alanında lisans dereceleri aldı. Yüksek lisansını Bilkent Üniversitesi'nde 'Dış Politikada İstihbaratın Yeri' isimli teziyle yaptı. Tezinde dünyanın gelişmiş ülkelerinin istihbarat sistemlerini analiz etti ve Türk istihbarat sisteminin parlamenter İngiliz sistemi ile totaliter Sovyet sisteminin bir terkibi olduğunu yazdı. Şimdi MİT bu yapıdan arındırılıyor. Parlamenter denetim ilkesi işler hale getirilecek ve Türk istihbarat sistemi CIA gibi dışa dönük bir yapı kazanacak. Fidan, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü'nde akademik çalışmalar yürüttü. Almanya NATO Karargâhı'nda ve Türkiye'nin Avustralya Büyükelçiliği'nde çalıştı. 2003 yılında Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Başkanlığı'na getirildi. Kasım 2007'de Başbakanlık, Nisan 2009'da MİT Müsteşar Yardımcılığı'na getirildi. Mayıs 2010'da Türk istihbarat tarihinin en deneyimli bürokratlarından Emre Taner'in görev süresinin dolmasının ardından MİT Müsteşarlığı'na atandı. Fidan, MİT'in bugüne kadarki en genç müsteşarı.
'MİLLİ' İSTİHBARAT PARADOKSU
Modern Türk istihbaratının kökleri, Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemine kadar gidiyor. Her alanda olduğu gibi istihbaratta da batılılaşma düsturu, Osmanlı'nın kelimenin gerçek manasıyla 'milli' bir istihbarat teşkilatı kurmasını engellemişti. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Teşkilat'ı, 'millileştirmeye' çalışan bir bürokrat olarak biliniyor. Zaten bu yüzden İsrail'in hedefinde. Fidan'ın Müsteşarlığa atanmasından sonra İsrail'in önde gelen gazetelerinden Haaretz (Biz psikolojik harp kalelerinden biri diyelim) Mossad'ın, MİT'in başına Fidan'ın getirilmesinden rahatsız olduğunu yazdı. Böyle bir şey Türkiye'de olsaydı, yani herhangi bir Türk gazetesinde, Mossad Başkanı Tamir Pardo, düşmanı olduğumuz falanca ülke ile ilgili sıkı ilişki içinde olan ve Türkiye'nin istihbari sırlarını o düşman ülkeye verebilecek biri olarak tarif edilseydi İsrail ne yapardı? Ya da İsrail'de bir savcılık, Pardo'nun, Hamas'la müzakere yürüttüğü için şüpheli olarak ifade vermesini istese ne olurdu? Türkiye'nin İsrail'de, İsrail'in Türkiye'de olduğu kadar etkisi bulunmadığı için herhalde pek takmazlardı. Ama Türkiye için durum öyle değil. İsrail'le birlikte içerideki güçler de MİT'i hedef seçmiş vaziyetteler. Bunun da sebebi oraya hâkim olmalarına izin verilmeyeceğini anlamaları.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.