Zaman hızlandı. Kalabalıklar çoğaldı. Evler büyüdü ama aileler küçüldü. İletişim araçları arttı ama muhabbet azaldı. Herkes bir şeylere yetişmeye çalışıyor, ama kimse kendine yetişemiyor. Bu çağ, beden yorgunluğundan çok gönül yorgunluğunun çağı oldu. Gönül yorgunluğu nedir bilir misin? Sabah uyanıp hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi hissetmektir...
Kalabalıkların ortasında yalnız kalmak, "İyiyim" deyip içinden "Ama hiç iyi değilim" diye fısıldamaktır. Kimsenin seni anlamadığını düşünmektir bazen ve en çok da kendi sesini bile duyamamaktır. Eskiden insanlar birbirine bakarak konuşurdu. Şimdi ekranlara bakarak susuyoruz. Bir zamanlar bir bardak çayla dertleşmek yeterdi.
RUH DERİN BAĞLARLA BESLENİR
Şimdi terapiler, nefes seansları, meditasyonlar, kaçış planları... Ama yine de içimizde o sessiz ağırlık... O tarifsiz boşluk geçmiyor. Çünkü gönül, gözle değil; gönülle görülmeyi ister. Çünkü ruh, yüzeysel ilgilerle değil; derin bağlarla beslenir. Ve ne yazık ki bu çağda her şey hızlı, yüzeysel ve yorucu. Peki ne yapmalı? Biraz yavaşlamalı insan. Biraz susmalı, dinlemeli, kendine dönmeli.
"Ben aslında ne istiyorum?" diye sormalı. İçinde büyüyen boşluğu dışarıda bir şeyle doldurmaya çalışmayı bırakmalı. Bir kuşu avuçlarında nasıl incitmeden tutarsan, kalbini de öyle taşımalısın. Nazik olmalısın kendine. Çünkü bu hayatta herkes seni yorabilir. Ama kendine iyi davranmak senin sorumluluğundur. Unutma, gönlü yorgun olanlar sadece biraz sevgiye, biraz anlayışa, biraz da durmaya ihtiyaç duyar. Çünkü bazen bir gülüş... Bir dokunuş... Bir "seni anlıyorum" tüm yorgunluğu siler.
DEĞİŞMEK KENDİNE DÖNMEKTİR
Söyleyemediğimiz sözlerden, gidip sarılamadığımız insanlardan, "Keşke"lerle dolu gecelerden... İşte bu yüzden, kendine iyi bakmak lüks değil, bir görevdir. Gönlünü yormayan insanlarla otur sofrana. Sana huzur veren kitaplar, müzikler, dualar olsun hayatında. Ve unutma: "Gönlüne iyi gelen şey, ruhuna da iyi gelir." Huzur, en çok da orada büyür. Bir gün biri sana "Sen çok değiştin" derse, gülümse sadece. Çünkü bazen değişmek, aslında kendine geri dönmektir. Sen de bu çağın yorgun kalplerindensen, bil ki yalnız değilsin. Ve sen de kendi içinden geçip kalbine ulaşabilirsin. Çünkü her insan, içinde iyileştirebileceği bir dünya taşır. Yeter ki durmayı, duymayı ve olduğu gibi olmayı hatırla. Niyetim şudur ki... Bu yazıyı okuyan her gönül, kendi iç sesini yeniden duymaya başlasın. Hayatın gürültüsü arasında kaybolan o ince sesi... Kendi kalbinin fısıltısını.
EN BÜYÜK LÜKS HUZUR
Belki de bu çağda en büyük lüks, huzurdur. Ve en büyük devrim, kalbini korumaktır. Ama kalbini korumak, duvar örmek demek değildir. Kalbini korumak; kimseye güvenmemek değil, güvenilecek kişiyi tanımayı bilmektir. Kalbini korumak; kırılmaktan korkmak değil, kırıldığında bile yeniden sevme cesaretini taşımaktır. Çünkü gönül, kırılınca büyür. Düştüğünde değil, kalktığında olgunlaşır insan. Ve her yara, ruhun haritasında bir işarettir. O işaretler sayesinde öğreniriz nereden geçmememiz gerektiğini... Ve bazen de tam oraya dönüp bir şeyi affetmemiz gerektiğini. Gönül yorgunluğu yalnızca yaşanmışlıklardan gelmez... Bazen hiç yaşayamadıklarımızdan da gelir.
İYİ KALPLER ŞEFKATLE SARILSIN
Yorulmuş gönüller dinlensin. Kırık kalpler şefkatle sarılsın. Ve herkes, kendine yeniden kavuşsun. Dilerim ki her sabah, sana yük değil, yol olsun. Her gece, iç huzuruyla gözlerini kapatabilesin. Ve her gün, seni sen yapan güzelliklere bir adım daha yaklaşabilesin. Unutma yol arkadaşım, gönlün bir pusula... Onu dinlersen, yolunu asla kaybetmezsin. Ve şimdi, bu satırları okuduğun anda... İçinden sadece bir cümle geçir: "Ben kendime dönmeyi seçiyorum." O an, dönüş başlamış demektir.