Alper Görmüş

24 Nisan 2013, Çarşamba

Muharrem İnce

Mecburen kısa tuttuğum başlığın ilk bakışta içerdiği yanlış anlamayı düzelterek başlamalıyım: Tabii ki Muharrem İnce'nin tek başına CHP ile demokrasi arasında kalın bir çizgi oluşturduğunu söylemiyorum... Fakat İnce'nin, CHP'nin çağdaş bir sosyal demokrat parti haline gelmesini engelleyen çizginin en sembolik isimlerinden biri olduğu muhakkak. İlk kez 2002 seçimlerinde CHP'nin Yalova milletvekili olarak girdi parlamentoya, ardından 2007 ve 2011 seçimlerini de kazandı. Fakat onu genel kamuoyunda "görünür", CHP kamuoyunda "kahraman" kılan hadise, 2010'daki bütçe görüşmelerinde yaptığı 11 dakikalık konuşma oldu. O kadar ki, Ekşi Sözlük'te adına açılan maddeye 2002-2010 arasında sadece 20 "entry" girilmişken, sadece bu konuşmayla ilgili olarak birkaç günde yüzlerce "entry" kaydedildi. Bazı Sözlük'çülerin, konuşmayı "nutuk" olarak adlandırdığını da kaydedeyim.

Aslında gerek konuşmanın kendisi, gerekse de CHP'lilerde yarattığı yüksek coşku ve hararet, bu partinin neden bir türlü iktidar olamadığının ve tabii en başta da Muharrem İnce'nin ne türden bir politikacı olduğunun bir özeti gibiydi. "Nutuk" hakkında sizin de bir fikriniz olsun diye, reytingi en yüksek bölümlerinden birini aktarıyorum: "Değerli arkadaşlarım, çok değil, daha 2002'de Türk Telekom Türk müydü? Türk'tü. Siz bunu Araplara sattınız mı? Telsim'i İngilizlere, Adabank'ı Kuveytlilere, Kuşadası Limanı'nı İsraillilere, araç muayene işini Almanlara, İzmir limanını Hong Kongluya, Avea'yı ve MNG Bank'ı Lübnanlıya, TGRT'yi Amerikalıya, Süper FM'i Kanadalıya sattınız mı?

Sattınız. Çok değil, 2002'de bunlar Türk müydü? Türk'tü; şimdi bunların hepsi yabancıların elinde. Baba malını babalar gibi sattınız ve mirasyedi bir hükümet oldunuz." İşte böyle... "Yerli malı yurdun malı" naifliğinde, dünyanın nereden nereye geldiğinden bîhaber, siyasi karşılığı faşizme yakın bir otoriterlikten başka bir şey olamayacak bir kapalı ekonomiyi savunan bir "nutuk..." Karşılığı da şu surette geldi: "CHP'den güzel adamlar da çıkıyor dedirten adamdır. Ama yetmez, daha fazla, daha çok, daha sert..." "AKP'lilerin ikiyüzlülüklerini suratlarına haykırarak içimin yağlarını eritmiş milletvekili." "Meclis'te yaptığı konuşmayla orgazmdan daha zevkli anlar yaşatmış hocamız ve milletvekilimizdir." "(...) Ha millet bu konuşmayı umursar mı? zaten sorun burada galiba...

" Aslına bakarsanız, Muharrem İnce, bir zamanlar yukarıda okuduğunuz "entry"lerin sonuncusunda dile getirilen "eğitimsiz halk bizi anlamıyor"cu CHP geleneğiyle sorunları olan ve o çizgiyi eleştiren bir siyasetçiydi... Cidden! Onu CHP içinde bu eleştirinin taşıyıcısı haline getiren şeylerin başında, insanların evlerine girerken ayakkabı çıkarılmasını bir parti okulu dersinde değil de hayattan öğrenmiş olması geliyordu. Çocukluğunda çobanlık etmiş gerçek bir "halk çocuğu"ydu, bir kamyoncunun oğluydu.

Oralardan edindiği sıradan insanlarla doğal ve sıcak ilişkiler geliştirebilme yeteneği, ona parti içinde yükselişinde önemli bir avantaj sağlamıştı. Fakat bir yandan da, herkes onun gibi davranır, "halkla iç içe" olursa CHP'nin "uçacağı"nı, bu kadarının yeteceğini düşünmeye başladı. "CHP ne yaparsa yükselir" sorusuna verdiği cevaplar hep bu çerçeveyle sınırlı kalan naif cevaplar oldu. 2010 başında Milliyet'ten Devrim Sevimay'a verdiği söyleşi, onun siyasetçi olarak bütün üstünlüklerini ve sınırlılıklarını ortaya koyuyordu. Seçmenlerini etkilemek için uyguladığı taktikleri sıralarken pratik zekâsına ve enerjisine hayran olmamak ve "bu gidişle Yalova'dan her seçimde seçilir" sonucuna varmamak mümkün değil... Birkaçını siz de okuyun: "Burada salaları, cenazeleri takip eden arkadaşlarım var.

Bir hemşerim rahmetli olduğunda hemen bana mesaj atarlar, adı şu, ailesinin numarası şu. Ararım, başsağlığı dilerim, bir ihtiyaçları olup olmadığını sorarım." "İlk dönem milletvekilliğimde bütün köylerdeki kahvelere bir imza kâğıdı astım. 90 günde bir gidip 'ben geldim' diye imza attım. Artık yok, çünkü nasılsa geleceğimi biliyorlar." "Yazın seçim bölgemden hiç ayrılmam. Bütün etkinliklere gitmeye çalışırım. Gece 1'de bile beni sokakta tek başıma yürürken görebilir vatandaş. Çünkü bilirim ki kalabalık olursam gelemez, çekinir."

Algıyı kırmak o kadar kolay mı?
Demiştim; Muharrem İnce, avantajlarını abartarak ve fazlaca önemseyerek dezavantaja çevirmiş bir siyasetçi... Halkla iç içe olmanın yeteceğini düşünüyor ve dolayısıyla "siyasi program"ın önemini küçümsüyor. Mesela sözünü ettiğim söyleşide, CHP'nin "elitist" tavrına dair eleştirilere hak verirken cemevine gitmeyi "ilericilik", camiye gitmeyi "gericilik" sayan CHP'lilere verip veriştiriyor ve bu algının kırılması gerektiğini söylüyor. Devrim Sevimay tam o noktada taşı gediğini koyup sorusunu soruyor:

"İyi ama CHP türban veya katsayı meselesinde Anayasa Mahkemesi'ne giderken ne yaparsanız yapın bu algı değişir mi sizce?" İnce, bu soruyu savuşturmaya çalışırken öldürücü bir darbe daha geliyor Sevimay'dan: "Ama artık insanlar sadece sosyal sınıfıyla ilgili değil, kimliğiyle ilgili de bir şeyler duymak istiyor.

'Ben Kürdüm", 'ben türbanlıyım' dediğinde ne diyeceksiniz onlara?" İşte tam bu noktada her şey çıkıyor ortaya... Muharrem İnce bu tercihlere dair hiçbir şey söylemeksizin, "ben size iki anı anlatayım" deyip, kendisinin halkla kurduğu "sıcak ilişkiler"e geçiyor yine... Bu "anı"lardan birinde, Muharrem İnce, karla kaplandığı için yolu kapanmış bir köye kayınbiraderinin "dört çeker" cipini alıp gider ve köylülere şöyle seslenir: "Nöbetçi milletvekili geldi. Hasta var mı, doğum yapacak hamile var mı, bir probleminiz var mı? varsa cip burada, ben gidiyorum..." Ve netice: "O köyde son seçimde biz birinci parti çıktık. İçinde türbanlısı da vardı, Kürdü de vardı." Bu "anı"dan çıkartılan ders, Muharrem İnce'nin bir siyasetçi olarak doğru bir pratik izlerken neyi ıskaladığını çok iyi ortaya koyuyor...

Böylece mesela kendisinin, sendikayı reddeden bir sosyalist partinin "işçi kahvesi"nde oturarak işçilerden oy bekleyen milletvekiline benzediğini fark edemiyor... Ya da, bu "taktiğin" ancak yerel düzeyde sonuç verebileceğini... (Tam bu noktada, "İnce'nin ve partisinin ideolojik sınırlılıklarını unutmayın" diyenler tamamen haklı!)

Ya "cesur yürek" ya "genel başkan"
Partisinin genel başkanlığı için "neden olmasın" diyor ama farkında değil ki, o zaman şimdi kendisine "CHP'nin cesur yüreki" diyenler ondan şimdiki laf oturtmalarının yanı sıra "iktidar" da talep edecekler ve o zaman, partide gördüğü iki genel başkanın düştüğü duruma düşecek... Ben, Deniz Baykal portresinde bu "CHP Genel Başkanı hali"ni şöyle anlatmıştım: "'Laik cumhuriyet değerlerinin yılmaz savunuculuğunu, yere göğe sığdırılamayan köşe yazarlarından çok daha iyi yapıyor.

Fakat 'sosyal-demokrat' statükocular ondan aynı anda 'iktidar' da isteyince olmuyor." Aynı şey Kemal Kılıçdaroğlu'nun da başına geldi... Ondan da aynı anda hem tutucu devlet ideolojisinin sözcülüğünü yapmasını hem de iktidar olmasını istediler... Olmadı tabii... Diyeceğim o ki, Muharrem İnce için en iyi pozisyon onun şimdiki pozisyonudur... Şairliğini de kullanarak ürettiği "Muharrem İnce aforizmaları"nı Meclis kürsüsünden, Silivri barikatlarından savursun, böylece "cesur yürek" olarak kalsın. Yoksa sonu Baykal ve Kılıçdaroğlu gibi olur.

SON DAKİKA