Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Elvis'ler ölür ama taklitçileri hiç ölmez...

Dün Türk siyaset ve toplum yaşamını derinine etkileyen 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin yıldönümüydü.
Önceki gün de sade Amerikan iç ve dış politikasını değil dünya siyasetinin akışını değiştiren 11 Eylül 2001'deki ABD'ye yönelik El Kaide terörist saldırısının yıldönümüydü.
Arkadaşlarla konuşuyorduk.
"Zamanı geriye alıp bazı olmuşları olmamışa çevirmek mümkün olsaydı, acaba bugünün dünyası daha mı rahat ve iyi olurdu" sorusu üzerinde tartışıyorduk.
Bizim gazeteden bir arkadaş şöyle açıkladı görüşünü:
- Keşke mümkün olsa ve geriye dönebilsek. Basınımız eski dengelerine kavuşabilse ve rekabet ortamı içinde varlığını sürdürebilseydi... Keşke hem Haldun hem de Erol Simavi basında var olabilselerdi. Keşke Dinç Bilgin ihtiras tramvayına binip bankacılığa heves etmek yerine basında kalabilseydi... Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ı devam edebilseydi...
Bu genç arkadaş dipsiz bir nostalji kuyusuna düşmek üzereyken müdahale ettim.
- Ben o dönemlerde de gazetecilik yapıyordum, diye girdim konuya.

Neler oldu neler

Anlattım bazı yaşadıklarımı:
- 1990'ların başında Hürriyet'te yazıyordum. Bir yılbaşı arifesinde gazetenin o zamanki sahibi Erol Simavi'nin, Genel Yayın Yönetmeni'ni görevden aldığı haberi geldi. O dönemde Rauf Tamer de Hürriyet'teydi. İkimiz birlikte Erol Simavi'ye gidip, bu yönetmeni görevden almanın ne kadar yanlış olacağını anlatıp, onu ikna ettik... Bu adamcağız göreve devam etti... Sonra o ve bir diğer yönetici gazeteyi sattırdılar.
Genç arkadaş "Sen ne zaman ayrıldın Hürriyet'ten" diye sordu.
Anlattım:
- Turgut Özal'ın öldüğü güne kadar o gazetede hemen her gün ona karşı ölçüsü kaçmış eleştiriler ve hatta hakaretler yayınlanırdı. O ölünce hemen herkes Özal için övgüler düzmeye başladı. Ben o gün çok kısa bir yazı yazdım ve "Ben şimdi onun için yazılanları o yaşarken de yazmıştım" dedim. Kısa süre sonra ayrılıp Sabah'a geçtim. O sırada Hürriyet de satıldı.
Aramızda böyle konuştuk durduk dünün basınını.

Öldüren manşetler
Eşini hedef alan haksız yayınlar üzerine 1960'larda o dönemin Başbakanı Demirel'in Günaydın'a yaptığı baskıları bile hatırladık.
Hürriyet'in bir manşeti ile Kemal Ilıcak'ın beyin kanaması geçirip vefat etmesini, 28 Şubat arifesinde Aydın Doğan'la Dinç Bilgin'in Mehmet Ali Ilıcak'ın "Akşam"ının dağıtımını durdurup, onu batırmalarını falan konuştuk.
Gerçekten nostaljik takılmak dipsiz bir kuyunun dibini bulmaya çalışmaktan farksızdı...
Acaba 12 Eylül olmasaydı "Turgut Özal Olayı" yaşanmaz mıydı?
11 Eylül olmasaydı, Irak'ın başında hâlâ Saddam ve Afganistan'da da hâlâ Taliban yönetimi mi bulunurdu?
28 Şubat olmasaydı AK Parti ve Tayyip Erdoğan'ı zirveye çıkartan süreç yaşanır mıydı?
Teyzemin sakalı olsaydı o benim amcam mı olurdu?
Bir Amerikan televizyon programında sunucu şöyle demişti:
- Eğer hayat âdil olsaydı Elvis Presley yaşardı, onun taklitçileri ise ölürlerdi.
Düşünün ki yapımı 7 milyon dolara mal olan Titanic'in filmi için 200 milyon dolar harcanan bir dünyadayız.
Birinci Dünya Savaşı olmasaydı acaba İkinci Dünya Savaşı'na "Birinci Dünya Savaşı"
mı denirdi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA