İsrail terör devletinin Gazze'deki barbar soykırımına en büyük destek ABD'den çok Almanya'dan geliyor. Öyle ki Alman hükümeti 'antisemitizmle mücadele' adıyla çıkardığı yasalarla Gazzeli bebekleri sistematik şekilde katleden Siyonistlerin vahşi cürümlerini dile getirmeyi dahi suç sayacak kadar ileri gitti.
Bunun akla ziyan son örneği ise Alman Dışişleri Bakanlığı himayesindeki 'Qantara' isimli platformda çıkan bir makale. Zaten sabıkalı olan Qantara'daki operasyon Berlin'in bilinçaltındaki Siyonist reflekslerin derinliği ve mahiyetini göstermesi açısından hayli dikkat çekici.
'İslam dünyasıyla diyalog' logosuyla Arapça, Almanca ve İngilizce dillerinde çıkan Qantara'daki rezaleti gören Esad Sirbegoviç, 29 Ağustos tarihli El Cezire'deki yazısında "Almanya İslam dünyasıyla olan köprüsünü nasıl yıktı?" diye şaşkınlığını dile getiriyor.
Oysa şaşırmaması gerekirdi. Qantara tam da Siyonist bir projedir. Unutmayalım ki 2013'teki Gezi olayları sırasında Qantara, İngilizlerin The Economist'ini aratmayan bir performansla, Sayın Erdoğan'ı "Ankara'nın Sultanı" diye hedefe koymuş ve devrilmesini savunmuştu.
***
Bir emperyal aygıt olan Qantara, Mart 2003'te yayın hayatına başladı. Almanya, ABD'den aldığı talimatla 11 Eylül 2001'den sonra terörle savaş stratejisi kapsamında Müslümanların kalbini ve zihnini hedef alan ve Arapça'da 'köprü' anlamına gelen Qantara'yı kurdu. Alman kamu yayıncısı DW tarafından yönetilen portalın öncelikli amacı 'dinlerarası diyalog' adlı projeye hizmet etmekti.***
Soykırım hakkında haber yapan Filistinli gazetecileri militan diye suçlayan El-Masrar, Gazze'den gelen katliam ve yıkım görüntülerinin 'sahnelendiğini' ve birer 'kurgu' olduğunu, Gazze'de aslında bir kıtlık olmadığını ve uluslararası medyanın Gazze'deki 'dolu pazar tezgâhları ve barbekü karelerini' kasıtlı olarak yayınlamadığını belirtiyor.Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve onun sayesinde kazandığı CHP Genel Başkanlığı koltuğunun sallantıya girmesi sonrası, Özgür Özel'de yaşanan değişim tedirgin edici bir hale geldi.
Cumhuriyet Halk Partililer, AK Partinin güçlü olduğu illerde, partililerini taşıma yöntemiyle miting yapmaya başladı. Özgür Özel ise bu mitinglerde toplanan kalabalıkların sayısını bazen on bazen yirmiyle çarpıp, iktidarın artık meşruiyetinin kalmadığını öne sürüyor.
Buraya kadar olan süreç, Türkiye'de muhalefetten alışık olduğumuz siyasi mübalağa örneklerinden biri olarak görülebilir. Ancak dün yaşanan gelişmeyle birlikte yeni bir aşamaya geçildi.
Özgür Özel, AK Parti'nin İstanbul'da güçlü olduğu ilçelerden biri olan Pendik'te, yine otobüslerle taşınan CHP'lilerin önünde yaptığı mitingde, asgari ücrete zam yapılacağından bahsetti. Bu vaadi CHP'li belediyelerde yapılacak bir uygulama gibi sunmadı; doğrudan işçiler ve temsilcileriyle görüşüp Temmuz ayında zam yapılacağını ilan etti.
Özgür Bey'in çevresindeki hiç kimse kendisini uyarmamış olabilir. Ama ben, bu eleştiriyi bir vatandaşlık sorumluluğu olarak üstlenip kendisine hatırlatayım: Sayın Özgür Özel, siz Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olabilirsiniz; ancak Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetmiyorsunuz.
Elbette emekçi kardeşlerimizin daha fazla maaş alması hepimiz için sevindirici olur. Fakat eğer bu açıklama yalnızca belediyelerde çalışan işçiler için yapılmışsa, o zaman 2024 sonunda CHP yanlısı medya tarafından ortaya atılan "CHP'li belediyelerde asgari ücret en az 40.000 TL olacak" şeklindeki haberin de bir yalan olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Pendik'te iktidarmış gibi konuşan Özgür Özel, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nde maaşlarını alamadıkları için iş bırakan işçilerden haberdar mı acaba? CHP'li Üsküdar, Eyüpsultan ya da Beşiktaş belediyelerindeki maaş krizlerden haberi var mı? Ya da Pendik mitinginden yalnızca bir gün sonra, yani 22 Mayıs 2025 tarihinde hastanesine ya da okuluna gitmeye çalışan İstanbulluların, gelmeyen belediye otobüsleri nedeniyle perişan olduğunun farkında mı?
İstanbul halkının bu mağduriyetinin temel sebebi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin halk otobüslerine olan hak edişleri ödememesi ve yıllardır çözülemeyen bu sorunun kangrene dönüşmesidir. Özgür Özel bu krizi biliyor mu?
Traktör vaadinden yıllar sonra "Yapamayacağım vaatleri söylememi istediler" açıklamasıyla akıllarda kalan Özgür Özel'in, şimdi geçici sempati kazanmak uğruna ya da Ekrem İmamoğlu merkezindeki yolsuzluk operasyonunu unutturmak adına gerçekleştirmeyeceği vaatlerle halkın karşısına çıkması yaşadığı krizi gösteriyor.
Avrupa Birliği (AB) tarihinin en zihin karışıklığıyla dolu dönemini yaşıyor. En temel zihin karışıklığı AB'nin öncelikleri, mevcut sorunlara yönelik çözüm olasılıkları ve küresel ekonomi-politik sistemin geleceğinde nasıl bir pozisyonda olması gerektiği noktasında kendisini gösteriyor. Öncelikle, başta AB Komisyonu Başkanı von der Leyen olmak üzere, neoliberal 'uç' demokrat siyasetçilerin kritik konulara yönelik ödün vermez, bir gram esnemeyi dahi reddeden, adeta 'anarşik' bir anlayışla sürdürdükleri tavır. Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye ile AB ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ve ilerleme kaydetmesi gibi kritik temel başlıklarda, 'gerçekler' ile yüzleşmek yerine 'ölmeyi tercih edecek' tavır ve buna göre geliştirdikleri söylem, savaşı bir çıkmaza sürüklerken, Türkiye ile ilişkilere zarar vermeyi sürdürürken, AB içindeki bölünmeyi de derinleştiriyor.
Avrupa'da yükselen 'yeni sağ', neoliberal 'uç' demokratların bu tavrının sebep olduğu zararı, geleceğe dönük ciddi kayıp riskini net olarak gözlemleyerek, özellikle Brüksel'in 'aşırı katı' tutumunu giderek yükselen bir isyanla sert bir şekilde eleştirmekteler. Bu konuda Macaristan Başbakanı Orban en ön safta yer alan siyasetçi konumunda ve Brüksel söz konusu eleştirilere kulak vermek yerine, Macaristan'ın AB fonlarından yararlanmasını kısacak tedbirlere yönelmeyi tercih ediyor. AB içinde ideolojik, siyasi ve entelektüel bölünmeyi tetikleyen diğer konu başlığı ise 'yeni Avrupa Güvenlik Mimarisi'. 'Türkiye'siz hiçbir anlam ifade etmeyeceği pek çok siyasetçi, uzman ve uluslararası kurum tarafından net olarak belirtilen bu başlıkta da yaşanan 'gelgit'ler, NATO şemsiyesi altında müttefiklik ilişkileriyle bağdaşmayan engel ve yaptırımlar bir yana, Almanya'nın 'silahlanma'yı hızlandıracağını açıklaması da, kimi AB üyesi ülkeleri 'dünya savaşları'nın kötü anıları ile şimdiden telaşlandırmış durumda.
Küresel sistemde sancılı bir süreç olarak devam eden 'yeni küresel düzen' tartışmalarında, AB'nin gelecekte nasıl bir pozisyon alacağı; bir küresel güç mü, yoksa bölgesel güç mü olarak anılacağı meselesi de bir başka kritik başlığı oluşturmakta. Küresel ekonomi-politik gelişmeler 'ekonomik parçalanma'yı hızlandırmışken, AB'nin uluslararası ekonomik sistemde 'en bağımlı' konumdaki coğrafya olması da AB için ciddi bir risk oluşturmakta. Üstelik, bu başlıkta da Türkiye yine kritik bir çözüm ortağı olmasına rağmen. Dünyanın önde gelen ekonomilerinin ithalata bağımlılığı ile ilgili oranlarda, AB yüzde 35 ile ilk sırada yer alıyor. İthalatın GSYH içindeki payı açısından Güney Kore yüzde 34, Kanada yüzde 26, Birleşik Krallık yüzde 23, Japonya yüzde 18, Çin yüzde 14, ABD ise yüzde 12 ile AB'yi takip etmekte. Türkiye yüzde 26 ile Kanada ile aynı konumda. AB'nin Çin'e olan bağımlılığı nedeniyle, ABD'nin Çin'le ilişkilerde AB'yi 'araya daha da mesafe koyması' noktasında artan baskısı ise, Atlantik'teki 'çatlama'yı derinleştiren bir başka başlık.
AB'nin Çin'e kritik hammadde ve ara mamullerde bağımlılığı daha da dikkat çeker nitelikte. Ağır nadir toprak elementlerde yüzde100, magnezyumda yüzde 97, hafif nadir toprak elementlerinde yüzde 85, lityumda yüzde 79, galyumda yüzde 71, skandiyumda yüzde 67, bizmutta yüzde 65, vanadyumda yüzde 62, baritte yüzde 45, germanyumda yüzde 45, doğal grafitte yüzde 40, tungstende ise yüzde 32. Bu ürünlerin tümü nükleer teknolojilerden uzay teknolojilerine, havacılık endüstrisinden otomotive, yarı iletkenlerden çip üretimine, enerji üretiminden ilaç endüstrisine, petrol ve gaz arama, çıkarma teknolojilerinden petro-kimya, hatta oyuncak endüstrisine kadar pek çok alanı ilgilendiren emtialar. Başkan Trump'ın ticaret savaşları ile derinleştirdiği 'ekonomik parçalanma' önümüzdeki dönemde AB'yi daha da zorlayacak. AB, ya başta Türkiye, stratejik ortaklıklarını hızla yeniden yapılandırılacak, ya da ekonomik ve siyasi intihara koşmayı sürdürecek.
Malumunuz, yaklaşık iki yıldır ekonomi yönetimi yeni bir ekonomik programı uyguluyor. Hem de kararlılıkla… Ana hedefi dezenflasyon olan programla cari açık önemli ölçüde geriledi, risk primi azaldı ve rezervler güçlendi. 2 yıllık gösterge tahvil faizi son dönemde yaklaşık 350 baz puan düşerek yüzde 46 seviyesinde. CDS'de 300 baz puan bandı kırıldı. Rezerv birikimi yeniden başladı. 16 Mayıs ile sona eren haftada net rezervler 2.4 milyar dolar artışla 39 milyar 986 milyon dolara ulaştı. Böylece iki haftada 7.2 milyar dolar rezerv artışı oldu. Brüt rezervler de yüzde 0.9 artışla 145 milyar 657 milyon dolara yükseldi.
Mayıs 2023'te 55.1 milyar dolar olan yıllık cari işlemler açığı mart ayı itibarıyla 12.6 milyar dolara geriledi. Altın hariç cari denge 1.6 milyar dolar fazla verdi. Enerji ve altın hariç fazla 51.6 milyar dolar oldu. Yıllık enflasyon son 11 ayda 37.6 puan azalarak nisanda yüzde 37.9'a geriledi. AB tanımlı genel yönetim borç stokunun GSYH'ye oranı 2024 yılında yüzde 24.7 ile tarihi düşük seviyeye gerileyerek Maastricht Kriteri olan yüzde 60'ın oldukça altında gerçekleşti.
Türkiye'nin toplam borcunun GSYH'ye oranı yüzde 92 ile gelişmekte olan piyasalar ortalamasının (yüzde 245) ve küresel ortalamanın (yüzde 325) çok altında…
Anlayacağınız makro tarafta işler toparlanma evresinde…
Peki ya makrodaki kazanımlar vatandaş ve reel sektöre yansıyor mu?
Kritik soru bu bence…
Hemen hemen her gün bir iş insanının ya da iş dünyası örgütünün açıklamasına rastlıyoruz. Birçoğu artan maliyetler, Avrupa pazarındaki düşük fiyatlar, yavaşlayan iç talep nedeniyle 'tamam mı, devam mı?' noktasındalar. Her sektörde nakit akışı problemi var. Üretimini Türkiye'den yurtdışına kaydıran şirketlerin sayısını her geçen gün artırıyor. Konkordato dalgası büyüyor. Geçici mühlet kararı yüzde 145 artışla 782'ye çıktı. İflas kararı verilen şirket sayısı yüzde 51.4 artışla 53'e yükseldi. Satılık ve kiralık fabrika ilanları artmış durumda. İşten çıkarmalar başladı. En son Türkiye'nin dev holdinglerinden Zorlu ve Koç'tan bu yönde açıklama geldi.
Velhasıl, sanayide durum pek iç açıcı değil!
Hani derler ya, 'Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir' diye… Yaklaşık 1 yıl önce programın reel sektör bacağında yaratacağı sıkıntılara 'Makro tamam sıra mikroda' diye bir yazıyla değinmiştim. Ekonomi yönetimi o dönemde sert iniş tehlikesi görmüyordu. Ben proaktif kararlarla önümüzdeki dönemde oluşabilecek riskleri bertaraf edebileceklerini vurgulamıştım. Kredi Garanti Fonu mekanizmasının devreye alınması gerektiğini söylemiştim. Şimdi belli ki, reel sektör tablosundaki kötüleşme hükümetin de gündemine girmiş… Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Macaristan dönüşü uçakta yaptığı konuşmada, Kredi Garanti Fonu'nu önemsediğini belirterek, "Bu noktada adım atıp Kredi Garanti Fonu'ndan tulumbaya suyu dökmekte fayda var ki hareketlensin. İnşallah yeni dönemde çok daha farklı bir adımı atacağız. Şu anda bunun hazırlığı içerisindeyiz" dedi.
Öğrendiğim kadarıyla, Hazine ve Maliye Bakanlığı önümüzdeki günlerde reel sektörü rahatlatacak bazı mekanizmaları devreye alacak. Özellikle imalatçı KOBİ'lerle ilgili bir hazırlık tamamlanmak üzere… Yakında açıklanacak.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Çin'de Huawei ve ZTE yöneticileriyle bir araya geldi. Görüşmelerde dijital altyapı, teknoloji ve 5G konularındaki işbirliği potansiyeli değerlendirildi. Bakan Uraloğlu, "Türkiye'yi ileri teknolojinin üretildiği ve ihraç edildiği bir merkez olarak konumlandırmak için çalışmalarımıza devam ediyoruz" dedi. Bakan Uraloğlu, şu ifadelerle devam etti: "Hem Huawei hem ZTE ile dijital altyapı, teknoloji ve 5G konularında işbirliği potansiyelimizi değerlendirdik." Bakan Uraloğlu, Huawei Başkan Yardımcısı Bill Tang, Türkiye Genel Müdürü Kaya Shi ve beraberindeki heyet ile gerçekleştirdiği görüşmede, 5G teknolojileri ile akıllı ulaşım sistemlerinin entegrasyonunu ele aldı. Ziyaret kapsamında yapay zekâ destekli otonom sürüş teknolojilerini inceleyen Bakan Uraloğlu, "5G'yi devreye aldığımızda başta otonom sürüş olmak üzere ileri teknolojilerin günlük yaşamımıza entegrasyonunu hızlandıracağız" açıklamasında bulundu.
Bakan Uraloğlu'nun ZTE Yönetim Kurulu Başkanı Fang Rong ile gerçekleştirdiği görüşme kapsamında Türkiye'nin 5G altyapı çalışmaları, yerli üretim kapasitesinin geliştirilmesi ve teknoloji işbirliklerinin artırılması konuları ele alındı. Uraloğlu, "Türkiye'yi ileri teknolojinin üretildiği ve ihraç edildiği bir merkez olarak konumlandırmak için çalışmalarımıza devam ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
10 KAT DAHA HIZLI OLACAK
Türkiye, 5G teknolojisinin yerli ve milli imkânlarla geliştirilmesine yönelik adımlar devam ediyor. Plan kapsamında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun (BTK) 2024- 2028 Stratejik Planı'na göre, 5G mobil haberleşme teknolojisi için yerli tasarımcılar, mühendisler ve işçiler tarafından üretilen ekipmanların kullanımı teşvik edilecek. 4.5G hızından yaklaşık 10 kat daha hızlı olan 5G ile 6G'ye yönelik çalışmaların yürütülmesi ve standartların belirlenmesine ilişkin hedefin öne çıktığı planda Türkiye'nin 5G vizyonu, 5G mobil haberleşme teknolojisi kapsamındaki ekipman ve teçhizatın yerli tasarımcılar, mühendisler ve işçileri tarafından üretilmesi için yerli imalatın teşviki, teknoloji bağımsızlığının artırılması ve yerel ekonomiye katkı sağlanması amaçlar arasında bulunuyor.
6G'YE YÖNELİK ÇALIŞMALAR TAKİP EDİLİYOR
Yeni nesil 5G haberleşme teknolojisinin ülkede kullanımı için gerekli çalışmaların yapılması konusunda hazırlıklar hızlandırıldı. Yerli ve milli haberleşme ürünü tanımına ilişkin düzenleme yapılması, Ar-Ge projelerinin niteliğinin yükseltilmesi ve yerli ekosisteme daha fazla katkı sağlanması amacıyla bazı iyileştirme amaçlı proje kriterleri getirilecek. Bu bağlamda, 5G ve ötesi şebeke ekipmanlarının tasarımından üretimine kadar tüm aşamaların milli katkıyla gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar devam ediyor. Bu amaçla BTK, kamu ve özel sektör temsilcileriyle çalışmalar yürütüyor. Öte yandan, BTK tarafından 6G'ye yönelik ulusal ve uluslararası çalışmalar takip edilirken başta alçak yörünge uyduları olmak üzere uydu üzerinden sağlanan geniş bant hizmetlerinin yapılacak düzenlemeler çerçevesinde tüm yurtta sunulmasına yönelik faaliyetler yürütülecek, yerlileştirmeye yönelik çalışmalar başlatılacak.
Dün ABD'nin gündemi, bir etkinliğe düzenlenen saldırıda İsrail'in Washington Büyükelçiliği'nde çalışan 2 kişinin hayatını kaybetmesiydi.
Paylaşılan kamera kayıtlarında, Yahudi müzesindeki saldırıyı gerçekleştirdikten sonra kaçmayan 30 yaşındaki bir adamın "Özgür Filistin" diye bağırdığı görülüyor.
Evet, zokaya gelip saldırgana "İsrail'e haddini bildirdi" diyerek methiyeler düzenler de var ama bu işin kime zarar verdiği gün gibi ortada.
Trump, Netenyahu'ya arkasını dönmüşken, İspanya'sından İngiltere'sine batı kamuoyu İsrail'e yüklenirken, Tel Aviv hiç olmadığı kadar yalnızken, ABD'nin göbeğinde "evlenmek üzere olan iki genç Yahudi'nin" öldürülmesi kime hizmet eder?
Uluslararası toplumun baskısıyla iki gündür su girişine kısmen müsaade edilen Gazze'deki çocuklara hizmet etmediği kesin değil mi?
Evet, elbette elimde bir delil yok ama bu işte malum istihbarat örgütünün parmağı yoksa şaşırırım.
Yoksa anında piyasaya sürülen, saldırıyı Çin destekli radikal sol bir örgütün adı Elias soyadı da Rodrigues olan üyesinin öfkesine yenik düşerek gerçekleştirdiği türünden teorileri daha mı çok aklınıza yatıyor?
***
BİZİMKİLER ZIPLAYADURSUN
Efsanevi rock grubu Pink Floyd'un kurucularından Roger Waters diyor ki:
''Gazze için her sabah gözyaşlarına boğulduğumu itiraf etmeye hazırım. Çünkü 81 yaşındayım ve gözlerimin önünde her gün bütün bir halkın soykırımına hiç tanık olmadım.''
***
PESTİSİT AYAĞINA...
Geçen gece 'Sebep Sonuç'ta kamuoyunun yakındığı pestisit meselesini masaya yatırdık.
Konuyu çok önemsediklerini belirten Tarım Bakanlığı yetkilileri, pestisit sorunu olduğundan daha büyük gösterip "sektör yaratanlara" karşı da uyarıyorlar.
Program esnasında ulaştırdıkları veriler de uyarılarını destekler nitelikte:
- Türkiye'de pestisit kullanımı hektar başına 2.26 kg iken, AB ülkeleri ortalaması 3.2 kg.
- Uyguladığımız denetimler ve eğitimler sonucunda da ülkemizde pestisit kalıntı oranı son 3 yılda yüzde 35 azaldı.
- İhraç ettiğimiz tarım ürünlerin sadece binde 1-2'si için bildirim alıyoruz. Toplam geri dönen ürün miktarı orantısal olarak yüzde 0.11'dir ki bu da oran tüm ülkeler tarafından kabul edilebilen çok düşük bir orandır.
Geçimini korku ve panikle halkın hayatını zehir edenlerek sağlayanlara karşı uyanık olmalıyız.
***
BAK FDA NE DİYOR?
ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Pfizer- BioNTech ve Moderna'dan mRNA bazlı COVID-19 aşılarının etiketlerine, 16-25 yaş arası erkeklerde görülen nadir kalp iltihabı riskine dair uyarı getirmelerini istedi.
Pandemide aşılara dair şüphelerimizi dile getirdiğimizde "hekim misin" diye çıkışan, hatta Hipokrat yeminini vestiyere bırakıp hastalarını "sakın ha elimize düşmeyin" diye tehdit eden Bengi Başar gibi pandemi meşhurlarına duyurulur.
Ateist ile deist arasındaki fark nedir? Ateist, Yaratıcıyı tamamıyla inkâr eder. Ona göre çevredeki bütün bu nizam, varlık, güneş, ay, yıldızlar, rüzgâr, yağmur, çocuğun anne rahminde 9 ay boyunca korunması, atomun içindeki nizam hatta kişinin kendisi bile tesadüfen oluşuyor. O sebepleri görür ama sebepleri yaratan, nizam eden müsebbibi bilmez. Mesela yağmuru görür, bulutu inkâr eder, bulutu görür rüzgârı inkâr eder. Rüzgârı görür rüzgârın içinde estiği boşluğu görmez. Boşluğu görür; o boşluğu yaratanı, göreni görmez. Bazen Yaratanı hisseder, bu sefer O'na ortaklar bulmaya çalışır. Velhasıl ateist hayatı boyunca bu anaforun içinde dönüp durur. O, eseri görür. Diyelim ki, muhteşem bir sulu boya tablo var. Her dokunuş ince ve hassas bir kalemden çıkmıştır. İnkârcı kalemi görür, kalemi tutan eli görmez. Eli görür, o eli hareket ettiren iradeyi görmez. Yani eseri görür ama eserin müessirini görmez. Ona göre her şey, bütün evren, varlık, kendi kendine oluştu! Sanatı görür, sanatkârı görmez. Tabloyu görür, üzerindeki resmi çizeni görmez.
Deistin derdi başkadır. O yüce yaratını tanıdığını zanneder ama o yaratanın laf olsun diye yarattığını sanır. Ona göre bir yaratan var ama işe karışmaz, insanla irtibatı sağlamaz, hiçbir gayesi yoktur. Ona göre yaratan kör, sağır, duymaz, bilmez, hareket etmez. Böyle bir ilah tanır. Onlara göre kitap yoktur. Gerek de yok. Çünkü dünyada 7 milyar insan varsa, 7 milyar kitap da olabilir. Herkes zaten kendini Allah kadar yetkin görür. Allah'ın konuşmasına gerek yok. Çünkü o Allah'ın yarattığı evreni Allah'tan daha iyi biliyorum der. İhtiyacımız yok bir peygambere, bir kitaba. Allah iş olsun diye bizi yarattı. Okul var ama öğretmene gerek yok der. Bir bina var ama binayı idare eden, binayı kullanma talimatı veren, giriş çıkışını planlayan, binadaki özel malzemeyi nasıl kullanacağını söyleyen yok. Allah yarattı ve bizi başıboş bıraktı.
Ateist Allah tanımaz, deist ise peygamber ve kitap tanımaz. Bu iki inanç da insanı ilahlaştıran, kutsalları yok sayan, kendilerine göre bir hayat ve felsefe oluşturan birer zihniyetin sonucudur. Onların hâkim olduğu bir evrende kaos vardır.
NEDEN DEİST OLUYORLAR?
Ülkende zaman zaman bazı ters rüzgârlar eser. Meraklı, bir milletiz. Merak ederiz. Ne oluyor deriz? Olan biteni anlamaya çabalarız. Felsefi, fikri hadiseler böyledir. Kendimizi bir anafora terk ederiz. Dost, çevre, arkadaş bizi rahat etkiler. Böyle diyorlar deriz. Yürüyen kalabalığa kendimizi kaptırırız.
Deizme olan bilinçsiz ilgi de böyle bir rüzgâr. Elbette yakında her şey rutin haline dönüşür. Ama neden böyle bir akıma ilgi duyar bazı gençler. Bunu şöyle tahlil edilebiliriz.
"BİZE SADECE KUR'AN YETER"
Özünde doğru ve itiraz edilmez bir sözdür. Kur'an elbette bize yeter. İki cihanın saadeti bu yüce kitaptadır. Ama bu yüce kitabın özlü ve özet geçtiği bir çok mesele var ki Hz. Peygamber onları izah etmektedir. "İnsanlara beyan edilsin diye sana kitabı indirdik." ayeti bu misyonu açıklıyor. Bütün fiili ibadetlerin izah ve beyanı Hz. Peygambere yükletilmiştir.
Bize sadece Kur'an yeter" sözü; Peygambere gerek yok cümlesinin bir diğer ifadesidir.
KUR'AN-I KERİM'E SALDIRI
Son zamanlarda sosyal medya mahfilinde Yüce Kitaba örgütlü bir karalama var. Ayetler yanlış tercüme ediliyor, kelimeler ayetler yerlerinden oynatılarak, Kur'an'da eksik, çelişki var gibi göstermeye çabalıyorlar. Bu da bilgisiz veya bilgilenme yolunu bilmeyen insanları etkiliyor. Verilen bilgileri test imkanı olmayınca maalesef verilen yanlış bilgilere teslim oluyorlar.
PEYGAMBER DÜŞMANLIĞI
Hem batı aleminde-yüzyıllardan beri-hem de iç alemimizde Hz. Peygamberi karalayan, çirkin bir algı oluşturan kirli, sahtekar, düzenbaz lobiler ilk Hz. Muhammed (SAV)'e saldırıyor. Hz. Peygamberin toleransı, yüce ahlakı, affediciliği bütün hayatının gözler önünde olması insanları İslama yönlendiriyor. Bunun yolunu kapatmak isteyenler Efendimize alçakça saldırıyorlar.
Bu konularda servis edilen yanıltıcı bilgiler olayların arka planını bilemeyenler etkiliyorlar.
KOLAYCILIK KURNAZLIĞI
Sadece Allah var de ekle kurtulacağını zannedenler helal ve haramdan, sınırlardan, sorumluluklardan kurtulmak, kendilerini aldatmak isteyenlerin Deizm sarmalına kapılıyorlar.
HADİS DÜŞMANLIĞI
Deizmin hareketlenmesinde hadis düşmanlarının "önemli" bir rolü var. Zira bu cenah kişiler; en zayıf, itibarsız, kıymetsiz, tenkit edilmesi, rivayetleri gündeme getirerek işte hadisler böyledir varsayımıyla hadis düşmanlığını tetikliyor. Peygamber ve hadis düşmanlığı yapanların eline malzeme veriyorlar. Yani kendilerince bir şeyi düzeltelim derken bin şey yıkıyorlar.
BİLİMİ KUR'AN-IN YERİNE KOYMAK
Bilim insanlığın geleceğinde vazgeçilmez bir ışıktır. Ancak bilimin alanı ile vahyin alanı farklıdır. Bilim metafizik âlem, ahiret âlemi, ahlaki sorunu ve benzeri hususlarda sözü vahye yani mukaddes kitaplara bırakır.
FELSEFECİLERİ KUTSAMAK
Çağdaş bazı akımların en büyük hatası felsefecileri Peygamber yerine koymaktır. Allah ile aracı yok derken binlerce aracıyı kendileri ihdas ediyorlar.
Peygamberler ve kitapları dışlayan bu düşünce tarzı kendi akıl ve vicdanlarını rahatlatmak için toplumdaki menfii unsurlar bahane edilip "işte dindarlar şunu yaptı" gibi genellemelere gidiyorlar. Halbuki her toplumda müsbet unsurlar kadar sahte ve çirkin yapılar olabilir.
Önemli olan, dinin ve dindarların bu olumsuzlukları dışlamasıdır. Bu çirkinliklere sahiplenmemesidir.
İLMİ TEK OTORİTE KABUL ETME
İlim hayatın aydınlatılmasında ilgili konuların gün yüzüne çıkarılmasında önemli bir araçtır. Ancak bilimsel faaliyetlerin yönlendirdiğini, önyargılı bazı sonuçların ilme zorla söyletildiğine şahit oluyoruz.
İlim ve bilimsel faaliyetler çarpıtılıyor. Teoriler ispatlanmış vaka olarak hayatımıza sokuşturuluyor. Bazı belgeler ideolojik saplantılar için kullanılıyor. İnsanlığın oluşumunda ahlaki erdemlerin yayılmasında "124 bin Peygamberin" farklı alemlerin varlığının etkisi gözardı ediliyor. 12 bin yıllık bir mabedden hareketle Hz. Adem ile günümüz için hiçbir bilimsel veriye dayanmayan tarihler dayatılıyor.
Halbuki Hz. Adem ile günümüz arasında on binlerce yıldan bahsetmek mümkündür. Kısacası kafalar yeter ki karışsın, yeter ki dinden uzaklaşılsın da ne olursa olsun gibi akıl almaz bir faaliyetle karşı karşıyayız. Bütün bu gelişmelerin birer operasyon ve algı olduğundan bir gram şüphe etmemek lazım.
HARAM YOLDAN KAZANILAN PARA FAKİRLERE VERİLEBİLİR
Boya fabrikasında çalışıyoruz. İş elbisesiyle namaz kılabilir miyiz?
Kan, idrar, alkol, dışkı ve benzeri necaset olmadıkça elbisenize değmiş veya dökülmüş olan maddeler namaz kılmanıza engel değildir. Badana, boya, madeni yağlar, pas ve kir namaza engel değildir.
Haram yoldan kazanılan para ne yapılmalıdır?
Böyle bir para haramdır. Böyle şeylerle uğraşmak da günahtır. Bununla beraber ortada böyle bir para varsa bu para hayır kurumlarına veya fakirlere, herhangi bir sevap beklemeden verilmelidir.
Kürtaja hangi aya kadar müsaade ediliyor?
Henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verileceği görüşünde olan bazı fıkıhçılar olsa da, gebelik oluştuktan sonra dört aylık süre içinde olmuş olsa da -anne için hayati bir tehlike olmadıkça- ceninin veya nutfenin ilaç ve diğer yöntemlerle düşürülmesi álimlerin çoğunca caiz görülmemiştir. Dört aydan sonraki müdahale ise cinayet sayılmıştır.
Cinler niçin yaratıldılar. Gaybı bilirler mi?
Kuran-ı Kerim, insanların ve cinlerin yüce Allah'a kulluk için yaratıldıklarını açıklar. Onlar, insanlara göre bazı üstün güçlere sahip olsalar bile gaybı ve geleceği bilemezler (En'am, 6.100.116; Hicr, 15/27; Sebe, 34/14; Rahman, 55/15)