Tarihi ve kritik bir süreçten geçiyoruz. Sadece ülkemiz değil dünyanın jeopolitik güç haritası da köklü bir değişimden geçiyor. Bu yeni dönem 'çok kutuplu dünya' diye tanımlanıyor. Gazze'den Keşmir'e, Ukrayna'dan Tayvan'a, Libya'dan Myanmar'a, Yemen'den Venezuela'ya kadar dünyanın dört bir yanındaki çatışma, kaos ve krizlerin arka planında sömürgeciliğin dayattığı yapay sınırlar, kimlik, aidiyet, tarif, bilinç ve ideolojiler birer birer çözülüyor.
Coğrafi, kültürel ve tarihsel derinliğimizi oluşturan Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika, şahlanan Yeni Türkiye'nin önderliğinde yeniden diriliyor.
Lord Curzon'un yüz yıl önce sınırlarını çizip 'Anadolu' parantezine aldığı emperyal tezgâh parçalanıyor.
Yeni Türkiye, makûs talihini yenerek Babür Şah'ların, Timur'ların ve Fatih'lerin egemen olduğu sahalarda yeniden yükseliyor.
Osmanlı, Babür ve Timur gibi üç imparatorluğun vârisi konumundaki Türkiye'nin yeni küresel güç haritalarında kilit aktör haline gelmesi sömürgeci prangalara ağır darbeler indiriyor.
Çünkü Türkiye'nin Fas'tan Endonezya'ya, Keşmir'den Yemen'e uzanan Kuzey-Güney ve Batı-Doğu ekseninde dünyanın kalbi konumundaki sahalarda artan etkinliği küresel dengeleri de oyunları da yeniden şekillendiriyor.
***
Osmanlı'nın evrensel asabiyesi yanında diğer Türk imparatorluklarının
kozmolojisiyle de hareket eden Yeni
Türkiye her alanda tarih yazıyor.
Zira ülkemiz nüfuz kazandıkça emperyalist güçlerin kitlesel şiddet, ölüm ve göçlere dayalı
kanlı sömürü düzenleri de zayıflıyor. Dinler, mezhepler, kültürler ve halklar arasındaki
barış umudu yeniden filizleniyor.
Biz
Lord Curzon'un (1859-1925) sadece Osmanlı'yı değil Orta Asya ve Güney Asya'daki diğer Türk ve Müslüman imparatorlukları da sistematik şekilde parçalayıp nasıl birer kaos yurduna çevirdiğini gayet iyi biliyoruz.
1891'de Hindistan Dışişleri Bakan Yardımcısı olan ve 1899'dan 1905'e kadar da
Hindistan Genel Valiliği yapan Curzon'un asıl amacı
Babür İmparatorluğu'nun Güney Asya'daki Türk ve Müslüman mirasını tamamen hafızalardan silmekti. Yani
Türk Hindistanı'nı İngiliz Hindistanı'na dönüştürmekti. Başardı da...
Zaten bu gerçeği "Hindistan, İngiltere'nin gücü ve büyüklüğüydü ve yalnızca bu gücü koruyarak hayatta kalabilirdi" diyerek itiraf ediyor.
Fakat bunun için de
Osmanlı'yı Anadolu parantezine alması ve
İstanbul'daki Halife Sultan'ın
Orta ve Güney Asya Müslümanları üzerindeki jeopolitik ve jeokültürel nüfuzunu
kırması gerekiyordu.
***
Hedefine Lozan Antlaşması ile ulaştı. Unutmayalım ki
Sovyet-Polonya sınırı olan
Curzon Hattı'nı bile o belirledi.
Ayrıca, İngiliz Filistin Mandası'nın bölünmesini ve Ürdün Emirliği'nin kurulmasını da denetledi. 1919'dan 1924'e kadar Britanya Dışişleri Bakanı olan Curzon'un en son ve en kritik görevi ise Osmanlı'nın enkazı üzerine kurdurtulan
'modern Türkiye projesi' oldu.
Unutmayalım ki Curzon, modern Türkiye'nin sadece coğrafi sınırlarını değil aynı zamanda
dini, kültürel, tarihsel ve ideolojik sınırlarını da tanımlayan 1922-23
Lozan Antlaşması'nın başmimarı ve başmüzakerecisiydi.
Ancak bu proje sadece 80 yıl sürebildi. Boşuna
'dünya devran devrandır' dememişler. Sömürgeci Curzon zihniyetin
dayattığı bütün yapay sınırları, tarif ve
tanımları parçalayan Türkiye artık evine,
tarihine, kardeşlerine, coğrafyasına ve
kültürel dünyasına geri dönüyor.
Yeni Türkiye'nin dönüş kararı,
Fırat ve Indus ile Aden ve Malakka arasındaki
bölgeleri
'Güneybatı Asya' adı altında ta(h)rif edip İngilizlerin
şahdamarı ve en stratejik hinterlandı diye
tanımlayan Curzon'un emperyal oyununu
altüst ediyor.
Zira Selahaddin'in, Alparslan, Fatih, Timur ve Babür Şah'ın torunları yeniden kenetleniyor.