
Ölüm, klonlar ve kimlik: Mickey 17
Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho, Parasite ile kazandığı Altın Palmiye ve Oscar sonrası sinema dünyasının en heyecan verici yönetmenlerinden biri haline geldi. Bu kez, bilim kurgu türüne adım atan Bong, Edward Ashton'ın Mickey 7 adlı romanından uyarladığı Mickey 17 ile izleyiciyi felsefi ve varoluşsal bir yolculuğa çıkarıyor. Filmin başrolünde, Alacakaranlık serisiyle yıldızı parlayan ancak son yıllarda bağımsız yapımlarda ve The Batman ile dikkat çeken Robert Pattinson yer alıyor. Ona, usta oyuncular Toni Collette ve Mark Ruffalo eşlik ediyor. Bong'un her zamanki gibi titizlikle oluşturduğu karakter dinamikleri, bu oyuncuların performanslarıyla daha da derinleşiyor. Mickey 17, uzayı kolonileştirmeye çalışan bir şirketin bünyesinde "harcanabilir" olarak çalışan Mickey'nin hikâyesini anlatıyor. Bu işçiler, öldükten sonra klonlarının üretilmesine izin veren bireylerdir. Mickey, bilinç aktarımı sayesinde her ölümünde aynı bedene ama geçmiş anılarıyla geri dönmektedir. Mickey, öldüğünde yerine yeni bir klonu üretilen bir çalışan olarak görev yapar. Ancak bir gün, beklenmedik bir şekilde hayatta kalınca, kendi klonuyla karşılaşır ve sistemin kurallarını sorgulamak zorunda kalır. Mickey'nin yaşamı, diğer insanlardan daha az değerli görülüyor çünkü yerine bir yedek üretilebiliyor.
Peki Onun orada ne işi varmış diye sorarsanız, makaron işini batırıp borcunu ödeyemeyince alacaklılarından kaçmak için adeta ölümü göze alarak uzaya kaçar. Bong Joon Ho, sistem tarafından belirlenen bir kaderi olduğu fikrine karşı çıkıyor ve kendi seçimlerini yaparak bireyselliğini korumaya çalışan Mickey, üzerinden insan hayatının değeri, emeğin hiçliği, kimlik bellek ve kapitalist düzenin gelecekteki sömürü düzeni üzerine sorular soruyor. Ancak klonlama gibi ilginç ve orijinal gibi duran bu fikir, film ilerledikçe başka bir hal alıyor. Korkunçlar olarak nitelendirilen uzayın yerlisi diyebileceğimiz, yaratıkların devreye girmesiyle film klonlama olayından çıkıp, gerçek sahip peşinden koşmaya başlayınca başlangıç fikrinden kopuyor. Yaratıkların konuşturulması ve onları da sadece Mickey'nin anlaması işi biraz sulandırıyor. Bebeğinin ölümüne sebep oldukları için tüm sürüsüyle uzay gemisine saldırmak için gelen Korkunçların başı ile Mickey'nin muhabbeti filmi gerçek amacından çıkartıp klişe hale dönüştürüyor.
Tıpkı Snowpiercer ve Parasite'te olduğu gibi, Mickey 17 de sınıf farkları, güç ilişkileri ve insan doğasına dair keskin eleştiriler içeriyor.
Bong'un imzası haline gelen titiz görsellik, filmde de kendini gösteriyor. Yalnızca distopik bir bilim kurgu dünyası yaratmakla kalmayan yönetmen, karakterlerin iç dünyasını da atmosferin içine yediriyor. Klostrofobik mekân kullanımı, uzun planlarla desteklenen anlatım ve renk paletindeki bilinçli tercihler, seyirciyi Mickey'nin varoluş sancılarına ortak ediyor. Görsel efektler ve prodüksiyon tasarımı, Bong'un sinemasına uygun bir şekilde abartıya kaçmadan, gerçekçi ve dokunulabilir bir evren yaratıyor. Hollywood'un büyük bütçeli bilim kurgu filmlerindeki soğuk ve fazla steril estetik yerine, Bong'un dünyası daha kirli, yaşanmış ve inandırıcı duruyor. Oyunculuklara gelirsek, Robert Pattinson, Good Time ve The Lighthouse gibi filmlerle kanıtladığı oyunculuk yeteneğini burada da konuşturuyor. Mickey'nin karmaşık psikolojisini başarıyla yansıtıyor ve izleyiciyi onun varoluşsal krizine ortak ediyor. Toni Collette ve Mark Ruffalo ise filme güçlü bir yan karakter derinliği katıyor. Collette'in otoriter figürü ve Ruffalo'nun daha gizemli yaklaşımı, hikâyeye ek katmanlar ekliyor. Mickey 17, Bong Joon Ho'nun anlatım gücünü ve türler arası ustalığını bir kez daha gösteren, çarpıcı bir bilim kurgu eseri. Film, sadece bir macera hikâyesi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda etik ve felsefi sorularla izleyiciyi düşünmeye zorluyor. Görsel dünyası, karakter derinliği ve anlatısal zekâsıyla, Bong'un filmografisinde özel bir yere sahip olacak gibi görünüyor. Eğer klasik bilim kurgu filmlerini ve Bong Joon Ho'nun sosyal eleştirilerini harmanlayan yapımları seviyorsanız, Mickey 17'yi de seversiniz.
TAŞRADA BİR EĞİTİM ÇIĞLIĞI
Bağımsız sinemanın en güçlü örneklerinden biri olarak öne çıkan Çiğdem, festival yolculuğunda topladığı ödüllerle dikkat çeken ve taşrada eğitim sorunlarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren bir yapım. Kurtuluş Baştimar'ın yönetmenliğini üstlendiği film, İsviçre Alpenglow Film Festivali, ABD Uluslararası Bağımsız Film Festivali, Hindistan Bağımsız Film Festivali, Five Continents Uluslararası Film Festivali ve Slovakya Avrupa Film Festivali gibi önemli festivallerden ödüllerle döndü.
Dünya prömiyerini İskoçya'nın Glasgow kentinde gerçekleştiren yapım, nihayet Türkiye'de de seyirciyle buluştu. Gerçek bir hikayeden uyarlanan filmin merkezinde, eğitim hakkı için mücadele eden çocuklar ve onların çaresizliğine tanıklık eden dağlar yer alıyor. Baraj gerekçesiyle boşaltılmış, artık kayıtlı bir yerleşim alanı dahi sayılmayan bir köyde geçen hikâye, öğrencilerin öğretmensiz kalmasının yarattığı zorlukları anlatıyor. Eğitim almak ve okula devam edebilmek için Ankara'ya dilekçeler gönderen öğrenciler, seslerinin duyulmasını beklerken, köye yolu düşen bir belgesel yapımcısını atanmış öğretmen sanmalarıyla olaylar beklenmedik bir hâl alıyor.
Filmin başrolünde Taner Öğretmen'i canlandıran Yusuf Akar ve Çiğdem karakterine hayat veren Hilal Baştimar yer alıyor. Filmde ayrıca Karaurgan Köyü'nden gerçek köy halkı da rol alarak hikâyeye doğal bir dokunuş katıyor. Çiğdem'in taşradan Türkiye Satranç Şampiyonası'na uzanan yolculuğu, azmin ve inancın en güzel örneklerinden biri olarak beyazperdeye yansıyor. Çekimleri, Kars'ın terk edilmiş bir köyünde gerçekleştirilen film, görselliğiyle de büyük bir başarı yakalıyor. Karlarla kaplı köy manzaraları, yalnızlığın ve yoksunluğun görsel temsili olurken, aynı zamanda umudun ve direncin de sahnelendiği bir alan hâline geliyor. Çiğdem, yalnızca taşradaki eğitim problemlerini anlatan bir film değil, aynı zamanda sistemin eksikliklerini gözler önüne seren güçlü bir eleştiri niteliği taşıyor. Eğitim hakkının herkes için eşit olmadığı gerçeğini vurgularken, bir yandan da bireysel çabanın ve toplumsal dayanışmanın ne denli önemli olduğunu hissettiriyor. Bağımsız sinemamızın öne çıkan işlerinden biri olan Çiğdem, sırf eğitim hakkı isteyen çocukların masumiyeti için bile izlenir...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.