Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AYŞE ÖZYILMAZEL

Hafta sonunda üç mekan ve kaza raporum

Şimdi enerjimi bozmak istemiyorum.
Kendimi mağdur gibi göstermek hiç istemiyorum.
Yoksa Twitter sayfama astrologlardan mesajlar yağıyor, tanıdığım enerjiciler, pozitifçiler SMS atıyor, arıyor.
Al sonra başına olaylar zinciri...
Hepsi bana yardımcı olma çabasındalar, sağ olsunlar.
Başıma gelen kötü şeyleri anlatmayacakmışım, ne söylersem üstüme çekermişim...
Yahu dört bir yana ışık saçan güzel kardeşlerim; ben sizden değilim, belayı çekiyorum.
Ne mumlar yaktım, evrene ne mesajlar yolladım, gün içinde deli gibi bin kere ne cümleler kurdum da kendimi gazladım ama olmuyor işte...
Özünde saçma bir insanım yani.
Yapacak bir şey yok!

MÜNFERİT NASIL BİR YERMİŞ?
Alın size hafta sonu kaza raporum; cuma akşamı bir arkadaşımın doğum günü için Galatasaray'daki Münferit'e gittik.
Çok duyduğum Münferit'i ilk şereflendirişim.
Çocuklar gibi şenim. Geçen kış evde kanepe ile bütünleşmemin acısı çıkartıyorum artık. Kim nereye çağırsa, gidiyorum. Sanki hayat ellerimden kayacakmış gibi bir his dolanıyor kanımda.
Evde otur otur nereye kadar canlar.
Süsleniyorum, makyajlanıyorum, kızları evlerinden alıyorum, alıyorum, akıyorum.
Tabii bu akış nereye kadar?
Az sonra okuyacaksınız.
Neyse, Münferit'in alt bahçesinde binanın duvarına bakmak suretiyle güzel bir yemek yedik. Ne yedik? Değişik mezeler çünkü değişik bir meyhane burası. 'Modern meyhane' de demek istersek diyebiliriz. Kimse bize kızmaz.
Kağıtta peynir, sirkeli salata, midyeli siyah kuskus, ördekli Çerkes tavuğunu oldukça beğendim.
Mekanı da beğendim. Samimi, zorlamasız, stil sahibi ve hoş.
Servise gelince; ondan da memnun kaldım.
Ortam da başarılı. Yakışıklı adamlar, hoş kadınlar...
Daha ne olsun.
Sadece müzikte küçük bir sıkıntım oldu, sanki daha iyi çalabilirlerdi.

AZTEK'E ALINMADIM!
Derken Münferit'in üst katında oturan bir arkadaşıma uğramak istedim. Özlemişim, hazır gelmişken, onunla da iki laf etsem ne hoş!
Elimde votka-soda-limon üçlemeli içki bardağımla yukarı çıktım. Arkadaşımla 10 dakika dedikodu yaptım, mekana geri döneyim dedim.
Asansörün kapısında dikilip hâlâ laf yetiştirirken, asansörün sensörlü kapısı kafama kapandı.
Nasıl mı? Ne bileyim ben, dannn diye. Asansör bile sezemedi beni işte.
Kafam sağdan şişti mi, elde buzlar falan. Gece orada bitti tabii.
Ertesi gece, gece turunun sonunda kırk yıldır gittiğimiz Şişli'deki mantıcı, dolmacı gözüyle baktığımız Aztek'e alınmamam da ayrı bir şamata. Çünkü Aztek kulüp olmuş. Kapıda kuyruk.
Saat sabahın dördü.
Kapı açılıyor, sanırsınız içeride mücevher satışı var. Abi, tek tek adam alıyor. Yani bilmesem, bir şey var sanacağım. Abi tepeden tırnağa bana baktı, baktı ve şöyle dedi; "Bekleyin!" İstanbul'da ilk kez bir yere alınmadım.

HERKES GİDER HERMES'E...
Uğursuzluğum yine bitmedi. Pazar akşamı Arnavutköy Balıkçısı'na gittik. Benim buraya da ilk gidişim, daha bismillah arabadan inerken kapıyı açtım ve kapı neye çarptı?
Bentley'e! Yani git, orta halli bir arabaya çarp, hadi bilemedin bir üst sınıf arabaya çarp, cipe çarp falan.
Bentley'e ne çarpıyorsun be kadın!
Herkes gider Hermes'e, ben giderim kermese. Net!
Kapısında sürekli ünlülerin şipşaklandığı Arnavutköy Balıkçısı hakkında yorumum da şu; şahane! Bayıldım. 10 üzerinden 11 verdim gitti.
Gerçekten övgüyü hak ediyormuş.
İşte böyle sevgili okurlar. Bugün de yazımızın sonuna geldik. Peki ana fikrimiz nedir?
Evrene enerji yollayacağına önce sağını solunu kolla. Sonra mesajını çekersin.
Ahh başııım!.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA