Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

'Ya Hâfız' levhasının altına sigorta levhası asılınca

Geleneksel Türk seçkinciliği dindarlık ile iktisadî girişimciliğin bir arada yürüyemeyeceğini varsaymış, bu nedenle de günümüz gelişmelerini "yeşil sermaye" benzeri komplo kuramlarıyla açıklamaya çalışmıştır. Buna karşılık yaşanan bir normalleşmeden başka bir şey değildir

İkinci Meşrutiyet dönemi Garpçılık (Batılılaşma) entelektüel akımının önde gelen simalarından Kılıçzâde Hakkı Bey (İsmail Hakkı Kılıçoğlu) 1913'te Erken Cumhuriyet reformlarına yol gösterecek bir taslak kaleme almıştı.
"Pek Uyanık Bir Uyku" başlığı altında ve bir rüya yorumu şeklinde kaleme alınan bu metin, söz konusu reformları on yıl öncesinden bir ütopyanın parçası olarak öngörmekle kalmamış, Erken Cumhuriyet ideal toplumunun düşünsel arka plânını da ortaya koymuştu.
Çeşitli çalışmalar, Tek Parti rejiminin önemli bölümünü "Gazi Paşa'nın işaretiyle" getirildiği Kocaeli ve Muş meb'usluklarında geçiren Kılıçzâde Hakkı'nın fesin yasaklanması, tekke ve zaviyelerle medreselerin kapatılması, kadınlara toplumsal haklar verilmesi benzeri değişim önerileri üzerinde durmuşlardır.
Buna karşılık Kılçzâde Hakkı'nın Erken Cumhuriyet liderleri üzerinde ciddî bir etki yaratan taslağının yeni toplumun iktisadî yapılanması üzerine ileri sürdüğü tezler aynı ilgiyi görmemiştir. Metinde dile getirilen iki öneri, "binaların tâkına asılan Ya Hâfız levhası altına... bir de sigorta kumpanyasının levhası"nın yerleştirilmesi ile gerçekliği tartışmalı "el-fakru fahri" hadisinin yanlış yorumlanarak bireylerin iktisadî girişimcilikten soğutulmasının önlenmesi, bu yolla da "fakr ü zaruretin" ne denli "menfur bir vaziyet olduğu"nun halka izahı, İkinci Meşrutiyet Garpçılığı'ndan günümüz Beyaz Türklerine ulaşan bir iktisat düşüncesi tahayyülünün ürünüdür.
Bu yaklaşıma göre Müslümanlar hurâfelere inandıkları ve girişimcilik yapacaklarına fakirlikle övündükleri için toplumlarını iktisadî azgelişmişliğe mahkûm etmektedirler. Başka bir ifade ile Müslümanlık modern toplumun gereklerine uygun iktisadî yapılanmayı imkânsız kılmaktadır.

İktisadî girişim ve zihniyet
Kılıçzâde Hakkı'nın "Ya Hâfız" ve "sigorta" levhaları arasında kurduğu ilişki -kendisinin kullandığı ihtiyatlı lisana karşın gerçekte hurâfe olarak gördüğü birincisinin bir kenara atılmasını tercih ettiği şüphesizdir- "din-modernlik" uyuşmazlığının iktisadî yaşama uyarlanmasıydı. Kılıçzâde'nin hikâyelerindeki tıp otoritelerinin tavsiyelerine uyacaklarına hurafeler yardımıyla kendilerini tedaviye çalışan kahramanlar gibi, yangın tehlikesine karşı malını sigorta ettireceğine "Ya Hâfız" levhası asan Müslümanlar da modern iktisadın gereklerini yerine getiremiyorlardı.
Benzer şekilde Müslümanlık bir "zihniyet" olarak girişimciliği engelleyebiliyordu ki Müslüman toplumların iktisadî geri kalmışlığı da son tahlilde bir "zihniyet" sorunuydu. Bu sorun dinî bir reformla aşılmadan ekonomik gelişme de imkânsızdı. Dolayısıyla Protestan reformundan esinlenecek "Türk İslâmı" projesi yalnızca ezanı Türkçeleştirmekle kalmamalı, bireylere "iktisadî girişimcilik" ruhunu aşılayacak bir "dünya görüşü" de sunmalıydı.
Bu yaklaşımın yalnızca siyasî bir proje olmakla kalmayarak akademik dünyada da yansımalar bulduğunun altını çizmek gereklidir. Nitekim Osmanlı iktisat düşüncesinin ince ayrıntılarını inanılması güç bir ustalıkla tahlil eden, kelimenin gerçek anlamıyla âlim bir akademisyen olan merhum Profesör Sabri Ülgener de din ile doğrudan ilişkilendirmemekle beraber, Max Weber'in "Protestan Ahlâkı" tezini Osmanlı toplumuna uyarlayarak ekonomik sorunların temelinde "Ortaçağ ahlâkı" olduğu neticesine varmıştı.

Zihniyet ve seçkinlik

Kılıçzâde benzeri Garbcılar, Erken Cumhuriyet liderleri ve konu üzerine yoğunlaşan akademisyenler bir yandan iktisat yaklaşımı ile pratiği arasındaki farklılıkları görmezden gelirken, öte yandan da toplumsal örgütlenme biçimi, devletin iktisat siyasetleri ve Avrupa güçleriyle ilişkilerinden kaynaklanan gelişmeleri mekanik bir "zihniyet" sorununa indirgiyorlardı. Bunun neticesinde ise sermaye birikiminin yaratılamaması, şirketlerin ortaya çıkamaması çapındaki olgular dindar Müslümanların fakirlikle övünmesi ya da modern iktisadî yapılanmaları reddetmesiyle açıklanıyordu.
Bu yaklaşımın tarihî verilerle desteklenmesi oldukça zordur. Kendilerine gayrimüslimler ve yabancı tüccarlara karşı avantajlar sağlandığı dönemlerde Müslümanlar ticarete egemen olmuşlar, 1851'de ilk Osmanlı anonim şirketi olan Şirket-i Hayriye'nin kurulmasında en önemli rollerden birini muhafazakâr devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa oynamış, İttihad ve Terakki 1913'te Teşvik-i Sanayi Kanun-i Muvakkatini çıkararak bir Müslüman/ Türk burjuvazisi yaratma siyasetini başlattığında dindar gönüllüler bulmakta hiç de zorlanmamıştı.
Kılıçzâde Hakkı ya da Erken Cumhuriyet liderlerinin yaklaşımında ilginç olan dindarların basit ticaret yapabilecekleri, buna karşılık girişimci olamayacakları ve büyük ölçekli iktisadî yatırımda bulunup şirketler kuramayacaklarının varsayılmasıydı.
Burada önemli olan ideal toplum hiyerarşisinin diğer dallarında olduğu gibi ekonomi alanında da "dindarlar"ın piramitin altında yer almalarının doğal olduğunun düşünülmesiydi. Tıpkı temizlikçi olması olağan karşılanan başörtülü bir kadının büyük bir holdingin idarecisi olamayacağının varsayılması gibi, duvarına karınca duası asan, namaz vakitlerinde dükkânını kapatan aktar doğal karşılanırken, çalışma odasında tablo yerine hilye asılı, namazını eda eden holding yöneticisi bir anomali olarak görülüyordu.

Yeşil sermaye

Türkiye'nin normalleşmesi sürecinde girişimciliği ve yatırımı engelleyici siyasetlerden liberal uygulamalara geçildiğinde, kendilerine "Anadolu Kaplanları" ya da "Yeşil Sermaye" adı verilen dindar işadamlarının büyük çaplı yatırımlara girişmeleri de gerçekte yukarıda zikrettiklerimizden farklı bir gelişme değildir.
Geleneksel Türk seçkinciliğinin anlamakta zorlandığı, bu nedenle de komplo kuramlarıyla açıklamaya çalıştığı bu gelişme Türkiye ölçeğindeki yapılardaki iktisat pratiği ile "din/ ahlâk/ zihniyet" arasında doğrudan belirleyici bir ilişki bulunduğu varsayımının da ne denli sorunlu olduğunu gösterir.
Kılıçzâde Hakkı gerçekte binalara "Ya Hâfız" levhasının yerine sigorta poliçesi asacak bireyleri yaratacak bir dünya görüşünü savunurken, taslağında ironik bir şekilde bunların ikisinin beraberce kullanması gerektiğini ifade etmişti. Yeni Türkiye'de olan tam da budur. Mesele bunların, daha da geniş olarak "dindarlık" ile "iktisadî girişimcilik"in, bir arada olamayacağının düşünülmesidir.
Lujo Brentano ve Richard Tawney benzeri akademisyenler "Protestan ahlâkı" kavramsallaştırmasının ne denli sorunlu olduğuna dikkat çekmişlerdi. Müteveffa Charles Issawi'nin sıklıkla vurguladığı gibi peygamberi saygın bir tüccar olan İslâmiyet için iktisadî gelişme önünde benzer "zihniyet" engellerinin varsayılması ise çok daha zordur.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de yaşanan, anlaşılması için "yeşil sermaye" benzeri komplo kuramlarının kullanımına hiç de gerek olmayan bir normalleşmedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA