Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kimlikler özgürleşirken kimlik siyaseti yoğunluğu azalmalıdır

Türkiye hiyerarşik çok kültürlülükten kozmopolit eşitlikçiliğe dönüşmeye çalışmış bir geleneğin mirasçısıdır. Bu gelenek yasalarla ortadan kaldırılan hiyerarşinin toplumsal düzey ve uygulamada sürdürülmesi nedeniyle hedeflediği dönüşümü gerçekleştirememiştir. Bu ise bilhassa 1908 sonrasında siyasal partilerin "Osmanlı" geneline hitap eden, farklı ideoloji ve programları savunan yapılar değil değişik "kimlik"leri temsil eden örgütlenmeler olarak şekillenmelerine neden olmuştur.

Kimlik ve siyaset

Yeni bir üst kimlik yaratarak diğerlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan Cumhuriyet ideolojisi de bunu değiştirmek alanında sınırlı bir başarı sağlayabilmiştir. Buna karşılık bu ideolojinin yarattığı dışındaki kimliklere "yasakçı" yaklaşımı ve uyguladığı zecrî siyasetler açık "kimlik siyaseti"nde ciddî bir gerilemeye neden olmuştur. Örgütlenme ve siyaset yapmasına izin verilmeyen "kimlik"ler genel siyaset üzerinde etkili olmuşlar; ama bunu "devletçi modernleşme" ve "kalkınmacı muhafazakârlık" çizgileri "altında" gerçekleştirmişlerdir.
İlginç olarak, Türkiye demokratikleşerek "kimlik" baskısı azaldıkça "kimlik siyaseti" ağırlık kazanmış ve söz konusu ideolojik yaklaşımları ya daha güçlü biçimde etkilemeye ya da onların dışında, doğrudan belirli "kimlik"leri temsil etmeye başlamıştır.
Bir anlamda Türkiye siyaseti yaklaşık bir asır önce başladığı noktaya geri dönmüştür. Şüphesiz "kimlik"ler üzerinde ideolojik baskının kalkması, onların açıkça ifadesi ve onlar adına sistemden taleplerde bulunulabilmesi olumlu bir gelişmedir. Ancak kimlik temelli siyaset, son tahlilde, "siyasal bir toplum" oluşturma alanında yetersiz kalmaya mahkûmdur. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi şüphesiz kendi geçmişimizde bulunabilir. Benzer şekilde yasal düzenlemelerle pekiştirilmiş "kimlik" siyasetinin geçerli olduğu Lübnan gibi toplumlar da "siyasal toplum" yaratma alanında fazlasıyla sınırlı mesafe kaydedebilmişlerdir. Irak'da Saddam sonrasında yapılan düzenlemelerin de bu ülkeyi uzun süre birarada tutması kolay olmayacaktır.

Kimliğin "doğal" adresleri

Dolayısıyla Türkiye'de siyasete ağırlığını koyan partilerin farklı düzeylerde de olsa etnik ve mezhep temelli kimliklere dayanması üzerinde durulması gereken bir olgudur. Burada temel sorun siyasal davranışı ağırlıklı olarak "kimlik"in belirlemesi, farklı kimliklerin desteklemesinin "doğal" görüldüğü yapılanmaların sisteme egemen olmasıdır.
Başka bir ifade ile "Sünnî," "Alevî" ve "Kürt" benzeri kimliklerin "doğal" siyaset yapım merkezleri olup, bu kimlikleri taşıyanların bunlar dışında "diğerlerine ait olduğu düşünülen" örgütlenmeleri desteklemesi "sapma" olarak görülmektedir.
Söz konusu "doğallık"ın düzeyi partilere göre değişmektedir. Örneğin uzun süre iktidarda kalan Adalet ve Kalkınma Partisi, İttihad ve Terakki Cemiyeti gibi "farklı" kimliklere sınırlı temsil imkânı tanımıştır. Ancak bunu gerçekleştirenler "kimlik siyaseti"nin "doğal adresleri" tarafından "kimlik"e ihanetle suçlanmıştır.
Günümüzde de kimliklerin "doğal" merkezleri dışında siyaset yapması, söz konusu faaliyeti İttihad ve Terakki içinde gerçekleştiren Arnavut ve Ermenilerin Başkimi ve Daşnaktsuyun örgütlenmeleri benzeri "doğal adresler" tarafından "Türk uşağı" olarak yaftalanarak etnik cemaatten aforoz edilmesini andıran eleştirileri beraberinde getirmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Halkların Demokratik Partisi'nin "Türkiyelileşme" ve değişik kimlikleri içine alma alanında gösterdiği çabalar son derece önemlidir. Benzer şekilde Cumhuriyet Halk Partisi'nin de kimlik siyasetini terketmemekle birlikte "ideoloji" ve "ekonomi"nin de altını çizen, "kimlikler üstü" bir yaklaşıma yönelmesi olumlu bir dönüşümdür. Ancak tüm bu gelişmelerin bir "siyasal toplum" yaratma alanında yetersiz olduğunu belirtmek gerekir.

Özgür kimlik ve siyaset
Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki önemli sorunlardan birisi uzun süre bastırılan "kimlik"lerin siyaset yapımının temel belirleyicisi olmasını önlemektir. Bu zannedildiğinin tersine sadece "kimlikler"in tanınması ve özgürce ifadesi ile sağlanamaz.
Osmanlı örneğinde kimliklerin özgürce ifadelendirilmesi ya da Lübnan'da değişik kimliklerin toplumsal haklarının yasalarca belirlenmesi "siyasal toplum" hedefine ulaşmayı sağlayamamıştır. Bu alanda başarı sağlanabilmesi kimliklerin güvence altına alınması ve herkesin "kendisi" olarak "siyasal toplum"a katılabilmesinin teminidir.
Kendi örneğimizden yola çıkacak olursak, günümüzde kimlik siyasetinin odağı olan dindar Sünnî, Alevî ve Kürt kimlikleri değişik dönemlerde "bastırılmaları" nedeniyle bu temelli yaklaşıma yönelmişlerdir. Tersi olarak "bastırılmamış" bir kimlik olan "Türk" kimliği, bunlarla kıyaslandığında temel bir kimlik siyaseti odağı değildir. Kendini "Türk" olarak görenler değişik ideolojik yaklaşımlar çerçevesinde siyaset yaparken (bu onların bir bölümünün Türk milliyetçiliğini tercih etmeyeceği anlamına gelmez) Kürt vatandaşlar için bu daha zor olmakta onların büyük bir yüzdesi kendileri için "doğal" olduğu düşünülen siyaset örgütlenmesine yönelmektedir.

Toplumsal sözleşme

Belirttiğimiz gibi 1861 Beyoğlu Protokolü sonrasında farklı kimliklerin siyasal haklarını en ince ayrıntılarına inerek düzenleyen yasal tedbirler Lübnan'ın "kimlik siyaseti" etrafında çatışan bir toplum olmasını önleyememiştir.
Türkiye'nin ihtiyacı olan kimliklerin özgürleştirilmesi sürecini tamamlayacak ve her tür kimlik sahibinin "kendisi" olarak siyaset yapmasını sağlayacak yeni bir toplumsal sözleşmenin yaratılmasıdır. Yukarıdaki örnek üzerinden devam edersek, Türkiye, değişik makamlara hangi kimlikten bireylerin getirileceğinin yasal çerçevesini oluşturarak değil herkesin özgürce sahiplenip, yaşayabildiği kimlikleri ile siyasete katılmasını sağlayacak bir toplumsal sözleşme aracılığıyla bir "siyasal toplum" yaratabilir. Olumlu gelişmelere karşılık bunun bugünden yarına gerçekleşmeyeceği ortadadır. Ancak kimliklerin özgürleşmesi sonrasında başlayan sürecin ilerlemesi ve "kimlikler"in kendilerini tehdit altında görmedikleri bir siyasal toplum yaratılarak ideoloji merkezli siyasete yönelim bu alanda son derece önemli bir değişim yaratacaktır.
Bu değişik kimliklerin siyasetteki varlıklarının sona ermesi anlamında gelmez. Mesele onların siyasetin "temel" belirleyicisi, değişik toplumsal grupların "doğal adresi" olmalarının önüne geçilmesidir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin kırk yılı aşkın bir süredir kendisine dayatılan anti-anayasa belgesini terkederek özgürlükçü ve birey merkezli bir anayasa yapabilmesinin ne derece önemli olduğu daha iyi takdir edilebilecektir. Yeni bir toplum sözleşmesi yukarıda zikrettiğimiz dönüşümü sağlaması açısından hayatî önemi haizdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA