Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Kriz varsa...

Aralarında TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD ve Türk-İş'in de bulunduğu sivil toplum örgütlerinin başlattığı "Kriz varsa çare var" kampanyası, basın toplantısıyla başladı; ardından billboard'lara taşındı. Kampanya tüketici güvenini artırmayı hedefliyor. Burada güven, "çarşıya çıkın ve alışveriş yapın, para harcayın" anlamına geliyor. Bu çağrı vatandaşta makes bulacak mı? Göreceğiz.
Kampanya, bir çelişkiyi de barındırıyor: Küresel ekonomik kriz, ileri sanayi toplumlarının sınırsız tüketim alışkanlığı ve kazanç hırsının bir sonucu. Uzun vadeli çözüm, bu tüketim kültürünün gözden geçirilmesine bağlı. Batılı manada tüketim toplumu değiliz. Ekonomiyi çeviren asıl güç tüketim değil. O yüzden üretmeyince geriliyoruz. ABD ekonomisinden ayrıldığımız yerlerden biri bu.
Fakat dikkatimi çeken, kampanyanın ekonomik yönünden çok sosyal çağrışımları oldu. Türk ekonomisinin en önemli kuruluşları "hükümet, üreticiler, işçiler, sendikalar, vatandaşlar olarak gelin krizi hep beraber çözelim" diyor. Ne ideolojik kaygılarla hükümete muhalefet var burada ne de her şeyi devletten bekleme kolaycılığı. Herkes elini taşın altına koysun deniyor. "Her şeyi devletten beklemeyin" yani "özne olun" çağrısı toplumda karşılık bulmaya mı başlıyor?
Bu bana Obama'nın önce 6 Nisan'da TBMM'de, sonra 4 Haziran'da Kahire'de yaptığı iki konuşmayı hatırlattı. Obama da küresel ölçekte "kriz varsa çare var" diyor. "Obamania" efsunundan kurtulamayanlar bunu "kriz varsa Obama var" diye de telaffuz ediyor. Obama da bu beklentileri yüksek tutmak için elinden geleni yapıyor. Çünkü Amerikan rüyası için Obama rüyasının devam etmesi gerekiyor.
Fakat Obama bunu yaparken bir süpergücün başkanı olarak konuşmuyor; küresel bir lider profili çizmeye çalışıyor. Dikkatle seçtiği kelimelerin arkasında "bu kriz hepimizin" vurgusu yatıyor. Obama Amerikan gücüne dayanıyor ama "Amerika'dan daha fazla bir şey olduğunu" da ifade ediyor.
New York Times'ın haberine göre Obama'nın Kahire konuşması kaleme alınırken İslam dünyasından pek çok işadamı, gazeteci ve akademisyene danışılmış. Verilecek mesajlarla ilgili görüş ve önerileri alınmış. Son rötuşları ise Obama'nın kendisi yapmış. Bu haberin kendisi dahi, Obama'nın küresel kamu diplomasisini ustalıkla kullandığını gösteriyor: Başkan herkesi dinliyor, herkesi davet ediyor, herkese sesleniyor... Beyaz Saray, Kahire konuşmasını tam 13 dile tercüme edip aynı gün internetten yayımladı. Bu da küresel kamuoyuna "kriz varsa, herkesin çaresi benim" mesajını veriyor.
Türk dış politikasının son yıllardaki mesajı da bu: Bölgemizdeki hiçbir sorunu tek başımıza çözemeyiz. Herkesi sürece dahil etmek zorundayız. "Kriz varsa çare biziz" mesajı hem iç hem de dış politikada yeni ve güçlü bir özgüvenin tezahürü. Türkiye'nin yeni dış politika vizyonunu küçümseyenler, bir "özne olamama" sorunu yaşıyor. "Biz yapamayız azizim", "büyük güçler izin vermese Türkiye bunların hiçbirini yapamaz; izin veriyorlarsa mutlaka bizim aleyhimize bir çıkarları vardır", "yaptırmazlar efendim" tavrı, bir zihin tutulmasını ele veriyor. Hem tarihin dışında olmaktan dert yanmak hem de aktör olma yetisini olmadık ideolojik yaftalarla ve komplo teorileriyle reddetmek... Derin bir çelişki.
Türkiye gibi krize endeksli toplumlarda krizleri aşmak olağanüstü müdahaleleri gerektirir. Ya devletin bazı karanlık güçleri devreye girer ya da uluslararası sistemin gizli müdahaleleri. İki halde de rasyonel, yani izah edilebilir ve yönetilebilir olması gereken kriz, insan üstü, sır perdesine bürünmüş, efsunlu bir olgu haline gelir. Sorun böyle tanımlanınca, ona yapılacak müdahalelerin de olağanüstü olması beklenir.
Türkiye, bölgesinde aktif hale geldikçe bunu "işgüzarlık" görenler de çıkıyor. Oysa Türkiye basit, temel bir ilkeden hareket ediyor: merkezi güçlendirmenin en emin yolu, çevreyi güvenli hale getirmekten geçiyor. Türkiye kendini bölgesinin merkezi görüyorsa (başka şansı var mı?), çevresini tahkim etmek, komşularındaki siyasi, ekonomik sorunları minimize etmek zorundadır. Kürt sorununun çözülmesi, ekonomik kalkınmanın sürekli hale gelmesi, sınır ticaretinin artması, "çevre ülkeler"in barış, refah, güvenlik içinde olmasına bağlı. Merkezden çevreye ilerleyen bu güvenlik ve istikrar ağı, hem bizim hem de komşularımızın lehinedir.
Bölgemizde pek çok sorun var. Bunları yok sayarak tozpembe hayallere kapılmayalım. Ama "kriz varsa çare var" diyebilme özgüveninden de feragat etmeyelim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA