KEREM ALKİN

Küresel ticarette ‘kanal’ sorunu

Gerek taşıma kapasitesi, gerekse de maliyet avantajı nedeniyle, küresel ticarete konu olan hammadde, ara mamul ve nihai ürünlerin lojistiğinin yüzde 90'ı deniz taşımacılığı ile gerçekleştiriliyor. Bu nedenle, bölgeler ve kıtalar arası deniz trafiği ağı, deniz ticaret koridorlarının durumu, gemi tasarımı ve teknolojisi, liman tasarımı ve kapasitesi küresel ticaret ve lojistik ağının en kritik başlıkları olarak her daim gündemimizde. Bu nedenle, geçtiğimiz kasım ayından bu yana bambaşka gerekçeler ile hem Süveyş Kanalı, hem de Panama Kanalı uluslararası ekonomi çevrelerinin radarından çıkmıyor.
Önce rakamlarla gerekçesini açıklayalım; küresel ticaretin yüzde 12'si ve konteyner ticaretinin yüzde 30'u Süveyş Kanalı'ndan gerçekleştirilmekte. Süveyş Kanalı'nda bir sorun yaşandığında ve dünyanın önde gelen deniz taşımacılığı şirketleri güzergahı Ümit Burnu'na döndürdüklerinde, iki örnek liman olarak Singapur ile Amsterdam limanları arasındaki güzergah uzunluğu 7 bin 900 milden 24 bin mile çıkıyor. Bu durum, bir geminin ilk hareketini Pasifik Okyanusu veya Hint Okyanusu kıyısından gerçekleştirmesine bağlı olarak, normal sürenin üzerine 6 ile 15 gün eklemekte. Şu ana kadar, Süveyş Kanalı üzerinden yapılan deniz taşımacılığı yüzde 10 azalırken, Ümit Burnu üzerinden yapılan taşımacılık yüzde 30 artmış durumda. Kasım ayındaki saldırılara rağmen, güzergah değiştirmeyen 1500'e yakın gemi ise Süveyş Kanalı'ndan geçti.
Avrupa ve Akdeniz Havzası'nda e-ticarette iddiası olan ülkeler, belirli ürün gruplarında yüksek stok maliyetine katlanmamak adına, sipariş verildiği anda Asya'dan malı yükleyip, belirli sürede teslimine odaklı bir anlayış ile çalışıyorlar. Geçtiğimiz kasım ayından bu yana Kızıldeniz'de 30'un üzerinde gemiye yapılan saldırılar nedeniyle küresel ölçekte iddialı deniz taşımacılık şirketleri risk almak istemeyip güzergah değiştirince, müşteri memnuniyeti adına bütün hesaplar alt üst oldu. Buna, otomotiv, yenilenebilir enerji, makine, beyaz ve elektronik eşya gibi sektörlerin Asya'dan kargo taşımacılığı ile temin etmek durumunda oldukları girdilerin gecikmesinden kaynaklanan etkiyi de ekleyin. Hem navlun, hem sigorta, hem de ürün teslimat maliyetleri artmış durumda. Süveyş Kanalı enerji türevleri geçişi için de hayati bir kanal.
Elbette ortada küresel pandemi dönemindeki tarihi navlun fiyat artışına benzer bir tablo yok. Bununla birlikte, Asya-Avrupa güzergahında 1500 dolar civarındaki konteyner maliyetleri 3500 dolara, Asya-ABD hattında ise 2000 ile 2500 dolar düzeyindeyken 4000 dolara yaklaştı. Üstüne, Panama Kanalı krizi de eklenmiş durumda. Panama Kanalı ayda ortalama 1000 gemi geçişi ile küresel deniz taşımacılığının yüzde 5'ine konu oluyor ve ABD'nin konteyner taşımacılığının yüzde 40'ı bu kanaldan geçiyor. El Nino iklim olayı nedeniyle Panama Kanalı etrafında yaşanan ağır kuraklığın ve kanaldaki su sıkıntısının şubat ayında geçişi normal seviyesinin yüzde 40 altına getirmesinden endişe ediliyor ve bilhassa ABD'nin doğu yakası için zorlu günler gözüküyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
MELİH ALTINOK

Erdoğan’ın seçilmesi kimin derdi?

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Budapeşte dönüşü uçakta "Yeni anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok" dedi.
Bence de. Cumhurbaşkanının böyle bir derdi yok. İstediği sürece seçilir.
Erdoğan'ın aday olması ve tekrar seçilmesi asıl Türkiye'nin derdi.
Zira alternatifi yok.
Adı bir şekilde bu görev için anılan aktörlerin hiçbirisi, son yirmi yılda muazzam büyüyen, komplike hale gelen devleti idare edecek potansiyele sahip görünmüyor.
Türkiye'yi küresel aktör haline getiren Erdoğan'ın dış politikada oynadığı rolü üstlenmeleri de imkansız.
Ufukta da biri görünmüyor.
Tartışmaya "Zaten anayasa izin vermiyor" diyerek katılan ana muhalefetin 2028'de Erdoğan'ın karşısına çıkarmaya vadettiği adayın cumhurbaşkanı adayı olmak için asgari yasal şartları bile karşılayamaması tabloyu özetliyor.
Elbette, hiçbir görev, makam mevki sonsuza kadar değil. Bir gün Türkiye Cumhurbaşkanı koltuğunda Erdoğan'dan başka biri oturacak.
Ve bence bu kişi bugün siyaset podyumunda cilalananlardan biri olmayacak.

***


TELEFONDA SOĞUK CÜZDANI MI ARIYORLAR?
Ekrem İmamoğlu'nun ele geçirilen yeni telefonu tartışılıyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "'Telefon bulduk' diye söyledikleri telefon, Ekrem Başkan'ın Beylikdüzü Belediye Başkanı iken kullandığı, İstanbul Büyükşehir'e geçince telefonu Özel Kalem'e yönlendirdiği, kapattığı, bir çekmeceye attığı, beş yıldır hiç arama yapmayan, arandığında Özel Kalem'den çıkıp işlerinin görüldüğü, asla ve asla içinde herhangi bir bilgi, belge, sorun olmayan bir telefon" dedi.
İmamoğlu aylar öncesinden teknik takipte olduğunun farkındaydı. Telefondan kurtulmak ya da içindeki bilgileri temizlemek için yeterli zamanı vardı.
O halde telefonda atılamayacak kadar, silinemeyecek kadar değerli bir şey olmalı?
Telefon, soruşturmada bu kadar önemli hale geldiğine göre aranan ciddi bir şey olmalı.
Yüzlerce milyon doların sığacağı bir Bitcoin soğuk cüzdanı olabilir mi mesela?
Yakında öğreniriz.

***


İNAN KIRAÇ'I EVİNE KAÇIRMIŞLAR!
Türkiye'nin tanınmış iş insanlarından rahmetli Vehbi Koç'un damadı İnan Kıraç'ın geçtiğimiz gün sağlık kontrollerini yaptırdığı hastaneden kaçırıldığı duyuruldu.
Çok şükür, Kıraç saatler sonra Vaniköy'de ikamet ettiği evinde bulundu.
Ancak kafalar karışık...
Zira olayla Koç Üniversitesi Hastanesi'nden yapılan açıklamada "Vasileri hastanede hazır bulundukları sırada, taburculuk işlemleri henüz tamamlanmadan, refakatinde yardımcısı ve şoförü ile birlikte hastaneden vasilerinin izni olmaksızın ayrılmıştır" deniliyor.
Gözaltına alınan şoförü ise polisteki ifadesinde "40 yıllık çalışanıyım. Beni aradı gittim araca bindi, 'sür' dedi sürdüm. İl dışına gidiyorduk yoldan dönüp eve gittik" diyor.
Bu durumda "Acaba İnan Bey kendi isteğiyle mi kaçırıldı" sorusu gündeme geliyor.
Öyle ya, insanın aklına her şey geliyor.
Zira paran mı var derdin var.
Hatırlayacaksınız, Vehbi Bey'in de mezarını açıp naaşını çalmışlardı.
Ama anlaşılan bu kez, Nevşin'in abisinin kendisini kaçırması türünden bir vakayla karşı karşıyayız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
OKAN MÜDERRİSOĞLU

Erdoğan neden öyle deme gereği duydu?

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Tarih, 21 Mayıs 2025... TUR uçağı... Türk Dünyası Gayri Resmî Zirvesi'nin düzenlendiği Budapeşte'den dönüyoruz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kendisine yöneltilen sorulara net cevaplar veriyor. Derken, "yeni anayasa" bahsi açılıyor. Erdoğan, "Bugün yaşadığımız birçok sorunun temelinde darbe anayasasının olduğunu bilmeyen var mı? Siyasi hayatım boyunca Türkiye'nin sivil, demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dile getirdim. Bugün de aynı noktadayım. Artık darbecilerin yazdığı, darbecilerin ortaya koyduğu bir anayasayla Türkiye geleceğe yürüyemez" diyor.
Sonra, benim tamamlayıcı sorularım üzerine, özellikle CHP cenahının speküle ettiği iki hassas konuya daha değinme gereği duyuyor...
Örneğin "Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok" açıklamasını yapıyor. Neden? Çünkü CHP zihniyeti, "Erdoğan, bir kez daha aday olabilmek için yeni anayasa yapmayı hedefliyor" biçiminde yaygara koparıyor. Yani, ülkenin ve gelecek kuşakların hakiki manada demokratik, sivil anayasaya olan ihtiyacını teğet geçip varsa yoksa "Ama Erdoğan" diye tutturuyor.
Bu nedenle Cumhurbaşkanımız şu değerlendirmeyi de yapma gereği hissediyor:
"Bütün mesele, acaba Cumhuriyet Halk Partisi de bizlerle müşterek bir sivil anayasa yapma yolculuğuna çıkar mı? Önemli olan bu. Diyoruz ki gelin el ele verelim. Komisyonlarımızı kuralım, sivil anayasayı bir an önce oluşturalım ve milletimize takdim edelim. Hem milli olsun hem de yerli olsun. Böyle bir anayasayı inşallah Türkiye görsün, yaşasın. Olmaması için sebep yok."
Erdoğan, bununla da yetinmiyor. İlk dört madde meselesine de değiniyor.
"Devletin şekli, Cumhuriyetin nitelikleri, Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı, başkenti" bağlamında ve bunların değiştirilemezliği noktasında şunları söylüyor:
"AK Parti olarak bizim anayasanın ilk 4 maddesiyle bir sorunumuz yok. Diğer siyasi partilerin de hemen hemen birçoğunun böyle bir sorunu yok. Ortada ilk dört madde ile ilgili bir sorun olmadığına göre, sadece yol haritasını belirleyeceğiz."

***

Bu arka plan aktarımını göz önünde bulundurarak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin dünkü açıklamasının şu bölümünü okumakta fayda var:
"Türkiye Cumhuriyeti devleti ilk kez çok güçlü bir ivme kazanmıştır. Önümüzdeki yüzyılı doğru okuyan ve yorumlayan bir yönetim anlayışı çok şükür teşekkül etmiş vaziyettedir... Milletimizin özlemleri hayal olmaktan çıkmıştır. İstikbal, Türkiye'nin ve Türk milletinindir... Sn. Cumhurbaşkanımızın yapacağı daha çok hizmetler vardır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Macaristan ziyaretinin hitamında yaptığı açıklamalar arasında bulunan, 'Benim tekrar aday olma derdim yok' ifadesi bizim nazarımızda adil ve hakkaniyetli bir hal beyanı değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin, yeni yüzyılın yol haritasını çizen Sn. Recep Tayyip Erdoğan'a çok ihtiyacı olduğu tartışmasız bir tarih ve hayat gerçeğidir."
Aralarında benim de olduğum, toplumun hatırı sayılır çoğunluğu böyle düşünmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse...
Cumhurbaşkanı Erdoğan sivil, demokratik anayasa ihtiyacı ile kendisinin yeniden cumhurbaşkanı adayı olabilmesi arasında sistemli bağlantı kuran ve anayasa yapımına engel çıkaran CHP ile türevi muhaliflere mesaj göndermiş oldu.
Ama herkesin de bildiği üzere işin özü şudur:
"Erdoğan, siyasette son sözünü söylemedikçe ve millet de Erdoğan hakkında son kararını vermedikçe" ötesi lafügüzaftan ibarettir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
MAHMUT ÖVÜR

‘Örgütün omurgası kırıldı’

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Ortaya çıkan büyük fotoğraf, İBB'de kurulan sistemin sıradan bir sistem olmadığını gösteriyor. Bu yüzden sıradan bir "yolsuzluk" soruşturmasıyla karşı karşıya değiliz. Savcılığın iddiaları da itiraflar ve belgelerle tamamlandıkça fotoğrafın flu kısmı da netleşiyor ve ortaya devasa bir "yolsuzluk örgütü" çıkıyor. Adını da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı koymuş zaten; "İmamoğlu suç örgütü..."
Tablo sadece CHP için değil, Türkiye için, demokrasi ve siyaset için vahimdi. Dün de yazdım, yolsuzluk sıradan bir hırsızlık değil terörle birlikte siyaseti ve demokrasiyi zehirliyor. Bu tehlikeyi ısrarla yazan biri olarak geç kalınsa da yargının attığı bu adımın ne anlama geldiğini gelecek kuşaklar çok daha iyi görecek. Bu vahim tabloyu en yalın biçimde Başkan Erdoğan özetledi:
"Şurası çok önemli; İstanbul'da yürüyen soruşturma, bu çarpık tablonun en bariz ve belki de Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir suç organizasyonu örneğidir. Öyle ki yapılan işlerin, yolsuzluk ve haraç boyutuyla ilişkili organize suç vasfını aşarak, ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştığı anlaşılıyor. Çünkü bu karanlık organizasyon, İstanbul'la sınırlı kalmamış, ülkedeki pek çok belediyeyi, kurumu, kişiyi içine alan, kolları çok farklı yerlere uzanan, hatta uluslararası ayağı da olan bir ahtapota dönüşmüştür."
Daha Beylikdüzü Belediyesi'nde "sebil suyu"ndan bile rant devşiren bu yapı, 2019'da İBB'deki devasa rantla buluşunca artık sınır tanımaz oldu. Sonrası malum, "şaibeli kurultay"la CHP ele geçirildi ve küresel bir "ahtapota" dönüştü.
CHP'li aktörlerin canhıraş bağırmasına bakmayın. Olup biteni herkesten daha iyi onlar biliyor. Bu nedenle telaşlılar, kaygılılar hatta kendi içlerinde "Niye bu kadar açık verdin" diye İmamoğlu'na öfkeliler.
Aslında İmamoğlu'nun bu pervasız yükselişini, ortaya çıkan belge ve bilgileri, zorla villa veren müteahhitlerin söylediklerini kimse sorarsınız sorun şaşıran çıkmaz. Hatta "daha fazlası vardır" diye ekleyenler olur.
Aynı şey Beylikdüzü'ndan bu yana İmamoğlu'nun A Takımı içinde yer alan Ertan Yıldız'ın ilk itiraflarından sonra da söylendi. "Daha fazlasını biliyor" diyenlerin sayısı hiç az değildi.
Oysa ilk itirafları da sarsıcıydı ki avukatların ciddi baskısıyla karşı karşıya kaldı. Ama etkili olmadıklar ve sonuç değişmedi. A Takımının en önemli ismi Yıldız bir kez daha ifade verdi ve ev hapsine çıktı.
Gerçi İBB Meclisi İştirakler/Bağlı Kuruluşlar Komisyon Başkanı Yıldız'ın son "etkin pişmanlık" ifadesinde neler anlattığı bilinmiyor ama yine de hangi iştiraklerden kimlerin sorumlu olduğunu, "özel bir sistem" kurulduğunu ileri sürdü ve şunu da ekledi:
"Bundan sonraki süreçte de gerçeğin ortaya çıkması için elimden gelen gayreti göstereceğim"
Bu kadarı bile suç örgütü iddiasıyla tutuklanan İmamoğlu için sonun başlangıcıydı. Önemli bir adamı birinci elden kurulan yolsuzluk çarkını deşifre etmiş ve hepsini şaşırtmıştı. Doğrusu bu sadece şaşırtma değil. Daha fazlası vardı ki CHP içindeki adamlarından fonladığı medyaya kadar hepsi şoke olmuş durumda.
Tabloyu İmamoğlu'nu iyi tanıyan bir iş adamı çarpıcı bir benzetmeyle yorumladı:
"Ertan Yıldız ekibin omurgasıydı. Onun konuşması İmamoğlu'nun omurgasını kırdı. Omurgası kırık bir insan dik duramaz ve yürüyemez."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
BERCAN TUTAR

Küresel jeo-kültürel gidişat

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Büyük güçler arası küresel rekabete sahne olan dünya jeo-politik açıdan olduğu kadar jeo-kültürel açıdan da büyük bir dönüşümün arifesinde bulunuyor. Uluslararası medya bugünlerde daha çok küresel güç haritalarındaki değişime odaklanıyor. Kültürel alandaki değişime dair küresel dip akıntı pek fazla gündeme gelmiyor.
Oysa kültürel anlamda ulusal, dini, ahlaki ve siyasi değerler başta aile mefhumu olmak üzere cumhuriyet, demokrasi, vatandaşlık, ideolojiler, kimlikler, haklar, adalet ve hukuk gibi kavramlar üzerinden yeniden tartışılıyor ve yerelden evrensele doğru yeniden tanımlanıyor.
Bu bağlamda anayasalar yeniden yazılıyor. Çünkü Fransız düşünür Voltaire'in Kutsal Roma İmparatorluğu hakkında söylediği "Ne kutsaldı ne Romalıydı ne de bir imparatorluktu" şeklindeki tanımı küresel sistem ile bu sistemin ana lokomotifi konumundaki ulus devlet, neo-liberal kapitalizm ve demokrasi gibi küresel ekopolitik kavramlar için de geçerli hale gelmeye başladı.

***

Şu an kendini dünyaya dayatan küresel neo-liberal sistem gelip ırkçılığa ve soykırıma dayandığı için bütün vasıflarını kaybetmiş durumda. Uluslararası düzen artık ne küresel, ne liberal ne de bir sistem özelliği taşıyor. Yapısal sorunların temelinde ise değerler sistemindeki krizler yatıyor.
Jeo-kültürel sorunlar çözülemezse dünyanın şu an Gazze'den dolayı yaşadığı 'siyonazi' travması Nazilere ve Siyonistlere has bir mikro strateji olmaktan çıkıp 'Küresel Weimar'a dönüşecek.
İster birey ister grup isterse devlet olsun hak ve hukukunu arayanların bütün talepleri terörize edilecek. Hakkını arayan herkese Filistinli muamelesi yapılacak. Kaos ve barbarlık sistematik hale getirilecek.
Fakat Batı'nın 'Grossraum teorisi' yani dünyanın geri kalanını kültürel ve siyasi terör ile yönetme stratejisi artık çöküyor. Jeo-politik anlamda yeni güç dengeleri oluşuyor. Kimse tek başına dünyanın geri kalanını hâkimiyeti altına alacak askeri, kültürel ve ekonomik kapasitede değil artık.

***

Bu yeni tablonun yol açtığı değişim etkisini en çok Batı'nın kültürel ta(h)rif, tanım ve tasvirlerinde gösteriyor. İçinde bulunduğumuz bu süreçte, jeo-politik ve teknolojik rekabet kadar kolonyalist ve oryantalist zihniyetle malul 'medeniyetler savaşı' tezinden ayrı bir mahiyete sahip yeni tarz bir jeo-kültürel farklılaşma daha belirleyici hale geliyor.
Zira Batı dışındaki dünya artık bir nesne değil. Özneleşen ve öz benliği giderek güçlenen Küresel Güney, hayatın her alanında stratejik özerkliğe doğru evriliyor. Yunan felsefesi, Roma hukuku, Yahudi mitolojisi ve Hristiyan hümanizmi ile sentezlenen neo-liberal piyasa uygarlığına ait değerler Avrupa ve Amerika'da dahi hegemonik özelliğini kaybediyor.
Politik ve ideolojik tekeller birer birer kırılıyor. Dünyayı anlamanın ve yönetmenin mahiyeti değişiyor. Vatandaşlık kavramı artık üstten değil alttan gelen taleplerle tanımlanıyor. Vatandaşlığın bir makam ve yönetime katılma çağrısı olduğu şeklindeki yeni yaklaşım hemen her ülkede katılımcı demokrasiyi, hukuk ve adalet sistemini jakoben anlayışların ağırlıklarından kurtulmaya zorluyor.
Daha yolun başındayız. Zafer sarhoşluğuna kapılmamak lazım. Çünkü Batı'nın değil neo-liberal Batı'nın yükselişinin sonu geliyor. Küreselci jakoben liberalizmin kültürel ve siyasi dünyadan aforoz ettiği "Tanrı, aile, ahlak, vicdan ve inanç" gibi değerler kamusal ve ulusal hayata daha yeni yeni geri dönüyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
HAŞMET BABAOĞLU

Haftanın notları: Kaygı, panik, stres

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Ne haldeyiz? Nasılız bakalım?
Hem kişisel, hem de toplumsal olarak soruyorum.
Bir rakam var ki, ikisinin de cevabı olabilir.
Yok canım, öyle şey olmaz, diyenlere hak veriyorum da yazınca anlayacaklar...
Ülkemizde 2024 Yılı antidepresan kullanımı 65 milyon 591 bin kutuya yükselmiş.
Bir karşılaştırma için 2014 yılı rakamını vereyim: 39 milyon 252 kutu...
Anlayacağınız...
Ruhsal hallerimiz dökülüyor, üzerine kaygı bozuklukları, migren gibi rahatsızlıklarımız çoğalıyor ve hep olduğu gibi bu durum sağlık ile ilaç sektörünün pek hoşuna gidiyor.

***

Lakin bazılarımız işin sırf istatistik yönüne bakarak "bak gördünüz mü, en azından bu yanımız gelişmiş ülkeleri andırmaya başladı" diyebilir.
Öyle ya...
İsveç, Norveç, Fransa, Belçika antidepresan kullanımında en tepelerde...
Dünya ölçeğinde ise ABD'yi yakalamak imkansız.
Bana sorarsanız, "yine de iyiyiz" diye bir süreliğine ferahlayabiliriz; henüz antidepresan kullanımında dünya 22'cisiyiz.

***

Enformasyon, enformasyon deyip duruyoruz...
Enformasyon şöyle önemli, böyle önemli...
İyi de öyle bir dünyada yaşıyoruz, ara ara şunu da sormalıyız: Ya enformasyon dediğimiz çoğu şey aslında dezenformasyonsa?..
Hadi ayıklayın pirincin taşını!

***

Dezenformasyon ( yani kasıtlı olarak yanlış ve doğruluktan uzak biçimde bilgilendirilmek ) bir yana...
Bir de medyatik kirlilik var.
Haber ve bilgi kirliliği...
Bilgi kirliliğinin hem yanıltıcı tarafı var hem de tatsız psikolojik sonuçları...

***

TV kanallarına çok ciddi bir teklifim var ama heyecansız olduğu için kabul etmeyeceklerdir...
4 Büyüklüğünde depremler için yayınları kesmekten vazgeçseniz ne iyi olur!
Bu depremleri uzun uzadıya konuşmak bilimsel tutumdan uzak olduğu gibi panik yaymaktan başka bir işe de yaramıyor...

***

İkide bir "insanın kendisiyle barışık olması"ndan söz edenler, biraz da insanın akıp geçen zamanla barışıp barışamayacağını sorgulasalar ya!
Asıl mesele orada sanırım!
Çünkü akıp geçen zamanla barıştığımızda kendimizle de barışıyoruz...
Dünyayla barış mı?
Hayır!
Kavgayı hak edenle barışılmaz...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.