Çağdaş sanat fuarı: Önü ve arkası
ÜÇ TEMEL KONU
Böyle bir ortamda İstanbul Contemporary, çok önemli bir iş yapıyor. Sadece İstanbul Fuarı'yla yetinmiyor. Anadolu'daki sermayedarların 'eğitilmesi' ve sanata yaptırım yapması için faaliyetlerde bulunuyor. Çevrenin de bu piyasaya katılması şart. İstanbul'u dünyayla kenetleyen, etkileşime sokan, iç piyasayı dışa açan, dış piyasayı içeriye taşıyan, taşradaki sermayeyle İstanbul'daki sermayeyi bir araya getiren bu fuara çok iş düşüyor. Bu genel çerçeveyi çatmakla birlikte ben üç temel konuya değinmek istiyorum. Bunların ilki şu yukarıda değindiğim koleksiyoner meselesi. Türkiye'de ciddi diyebileceğimiz bir koleksiyoner grubu var. Fakat bunların yeterli olduğunu söylemek kolay mı? Evvela, tanıdığım bütün koleksiyonerlerin elindeki birikim daha ziyade bir 'yığın' teşkil ediyor. Birkaç dönemin bir arada bulunmasına söyleyecek lafım olmaz ama herkes 19. yüzyıl resmiyle bugünün sanatını bir arada topluyor veya toplamış. Bu anlayışın aşılması zorunlu. Bu nedenle eğitim gerekiyor. O düzeydeki insanları nasıl eğiteceksiniz? Bu işin usulü dairesinde yapılmasının yolları dışarıda biliniyor, burada da uygulanmalı. Bu hamleyi yapmadan çağdaş sanatın güçlenmesi olanaksız. Buradan çok hayati gördüğüm bir başka konuya geleceğim: Eleştirmen. Galeriler ve diğer ilgili kurumlar, bu işlerin içinde olduğum son çeyrek yüzyılda kendilerine, mekânlarına ve koleksiyonerlere yatırım yaptı. Sanatçılar da bu gelişmeden paylarına düşen maddi karşılığı aldı. 20 yıl önce 5 bin dolara satılan tablo, bugün 500 bin dolar ediyor. Oysa sistem, bu dönemde en önemli aktörü yani eleştirmeni ihmal etti. 25 yıl önce bu işlerle uğraşmaya başladığımda hırslı, hırçın, yenilikçi bir eleştirmendim. Bu alana epey katkım olduğuna da inanırım. Zamanla daha kuramsal konularla uğraşmaya başladım. Benden önce Sezer Tansuğ vardı. Akademisyen olarak yüzlerce sanat kuramcısı, onlarca kayyum (küratör) yetiştirdim. Bir tek sistematik eleştirmen çıkmadı aralarından. Nedeni basit. Eleştirmene yatırım yapan yok. Toplam maliyeti şu kadar yüz bin veya milyon dolar olan sergi hakkında yazan eleştirmenin eline geçen nedir? Bu kadar maddi bir sektör bu derecede ihmalkâr olabilir mi? O eklektik, beş benzemezin bir arada bulunduğu koleksiyonları dönüştürecek eleştirmendir. Oysa ondan eser yok. Eleştirmenin yazısını yayımlayacağı, tartışmasını yapacağı mecra da yok. Olsa herkesten önce her ay veya hafta ben bir yazı yazacağım. ('Eleştiriyi bıraktın' diyenlere cevap...) Bu kısıtlamanın zaman yitirmeksizin aşılması lazım. Bu açıdan İstanbul Contemporary'ye ve yayınladığı dergiye, üniversitelere çok iş düşüyor. Üçüncüsü çağdaş sanat kavramının kendisi. İstanbul Contemporary'nin biraz daha seçmeci (seçkinci değil, ama olursa ona da itiraz etmem) davranması zorunlu. Şu son fuara damgasını Ahmet Gümüştekin isimli bir sanatçı damgasını vurdu. Yapıtının çağdaş sanatla ne ilgisi var? O estetik, çağdaş sanat dediğimiz dinamikle nerede örtüşüyor? Herhangi bir resim yapıp ortaya çıkmış, o yapıtına istediği fiyat, pazarlama tekniği ve polemiğiyle öne fırlıyor. Böyle bir ortamda en ucuzundan bir kapitalist mantık güdüyorsanız sözüm olmaz; yok, eğer daha farklı bir amaç peşindeyseniz, tavrınızı değiştirmek zorundasınız. Aynı şekilde Şükran Moral'ın performansı ilgi topluyor. Uzman diye televizyonlarda konuşanlar dahi ne performans olgusunu biliyor, ne Moral'ın yaptığı işi bir soybilim bağlamında ele alabiliyor. O kadar eski, gecikmiş bir girişim, "İki kadın sevişti!" diye manşetlere çıkıyor. Sansasyon olacaktır, yerine göre de iyidir ama bunun şu yukarıda değindiğim 'eleştirellik' çerçevesine oturtulması şarttır. Doğrudan doğruya çağdaş sanat kavramının, kapsamının yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. İyi bir şey bir elimizde olurken, diğer elimizde ölmesin.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.