CEM SANCAR CEM SANCAR
09 Mart 2025, Pazar

Mâzeret ve vicdan

İnsanın hep bir mâzereti vardır. Hepimiz hata yaparız. İçimizde kuyruksuz bir primat başını kaldırır sık sık. Öfkeden hasetten fesattan ibaret yaralı bir hayvan. Bazen zehirleyici dilini uzatır.
En korkunç cinayetler kelimelerle, tavır ve davranışlarla işlenir. Manipülasyon, itme kakma, aşağılama, ayağını kaydırma, iftira dedikodu ve sükût suikastı o sabıkanın kanlı bıçaklarıdır.
İçimizdeki vahşiye yenilir, birilerine acı verir ve mâzeret ararız.
Her yediğimiz halta da bir bahane buluruz. İnsan, en büyük yalanı kendine söyler...

***

Ama vicdanı sızlayanlar öyle mi ya?
Onlar yanlış yaptıklarında vicdanları sarsılanlardır. Birine haksızlık yaptıklarında kendilerini hasta hissedenlerdir. İşte o noktada nefis muhasebesine, arınmaya bir kapı açılır. Bazısı o kapıyı bulur iyileşir, bazısı bulamaz, ateşler içinde yanar, cehennemi yaşar.

İblis tipinin modernleridir bunlar.
İbret almamız ve öyle olmamamız için bize gösterilirler. Evet bir ilahi kudret vardır ama biz kendimizi seçimlerimizle inşa ederiz. Özgür irade mâzeret tanımaz, kandırmayalım kendimizi...

***

28 Şubat'ın tank sesleri geliyordu. Özal şaibeli bir şekilde gitmiş, Demirel gibi asimile varlıklar vesayete fal açmışlardı. Medyada da değişim başlamıştı. Basının, o vakitler çok okunan sivil dergisi de darbeyi yemişti. Önce yönetim gönderilmiş, sıra editörlere gelmiş, kenar köşede bekleyen angaje tiplere gün doğmuştu. Tek işi ecnebi yayınlardan magazin çevirisi yapmak olan, kabul edilmiş masonlar locasından bir mason arka planda ipi eline almış, takımını yukarılara itmişti.
Ki patron da zaten işareti almıştı. Genelkurmayın kokteylinde generaller bunu surat asınca panik olmuş, acilen tekinsiz bir adamı müdür atamıştı. Zapturapt oligarşisiyle masa arkadaşı olduğu söyleniyordu. Birtakım kalın adamlar odasına girip çıkıyordu...
Önce köşemi elimden alacaklarını söylediler, sonra imzamı. 100 bin satan derginin yüzde seksen kapak haberlerini yapmış ve de yazmış olmam umurlarında değildi. Haber toplantılarında mobbing, aşağılama, laf çakma almış başını gitmişti. Beni göndermek için kararlıydılar, belliydi.
Biraz daha direnmek hiç olmazsa tazminatımı almak istiyordum ama maatteessüf olaylar başka türlü gelişti.
O postal-sever müdür zâtımı odasına çağırdı, "Sen" dedi, "gazete binasına saatinde gelmedin, eğer direnirsen o kayıtları çıkarıp seni işten atarız!"
Adamın suratına baktım, gözleri sanki tavada bir yağ gibi erimiş, yanaklarından akmıştı. Terliksi bir yaratık bana doğru hırlamıştı...
Gittim, istifa mektubumu yazdım, kifayetsiz muhterisler teşkilatının arasından (içimdeki yangını çaktırmadan) bıçkın yürüdüm, tazminatsız çıktım...

***

Darbe ilerliyor, tanklar yürüyor, dün el üstünde tutulanlar işsizliğe mahkûm ediliyorlardı. Özellikle dik ve bir miktar, evet... deli olanlar.
O cezalandırıcı fırtınada çoğu insan gibi oraya buraya sürüklendim, kara listelere daldım, bin kere battım bin kere çıktım. Bir sürü işte çalıştım, fakat bir kere komedyanın dışına çıkmıştım. Bu şifa vericiydi.
Ve gerçek hayatla tanıştım. Çünkü tepelerdeyken elektrik-su faturalarımız bile kurumlarca ödeniyordu, kendimi PTT kuyruğunda bulur bulmaz, kendimi de bulmuştum...
İstediğim gibi okuyor, cehaletimi onarıyordum. Bir yol keşfetmiş, o yola âşık olmuştum.
Ama en önemli idrak, bir pansiyon açmamla hâsıl oldu. Bir keresinde pansiyonun tuvaletini kan ter içinde ovup parlatırken durup "Ey güzel Allah'ım" dedim, "ne acayip terbiye ediyorsun beni be, şükürler olsun sana!"
Sonra bir türkü tutturdum:
"Bu bir demdir gelir geçer, duyamazsın demedim mi..."

***

Mecmuanın başına geçenlerse 28 Şubat sırasında yüksek maaşlar aldılar ama dergiyi de batırdılar. Hatta cunta çekilip Müslüman siyasetçiler başa geçince, ileri görüşlü bir iş insanı bunlara, "dergiyi 1 lira yapın bütün masrafı ben karşılayacağım, yeter ki eski haline döndürün," demişti de bunlar 500 tane bile sattıramamışlardı.
Ruh olmayınca olmuyordu...
Zaman, sıfırcı bir hoca, acı-tatlı derslerle aktı, yıllar geçti. Bir bahar günü dostlarla, İstiklal Caddesinin bir sokak kafesinde bacaklarımızı güneşe uzatmış laflıyorduk. Tuhaf bir adamın ısrarla bana baktığını sezdim. Üstünde yağ lekeli pardösü, içinde göbeğini örtemeyen bir ucu orda bir ucu burda gömlek, ayakkabılarının arkasına basmış pejmürde bir kişi.
Darbe yıllarındaki astığı astık kestiği kestik o müdür değil miydi yahu bu? Öyle torbalanmış gözlerle melül bakıyordu. Başımla hafiften selamlayıp (acaba konuşsa mıydım?) sırtımı döndüm. Bir süre orada kaldı. Sonra ayaklarını sürüyerek yıkkın, caddede kayboldu.
O an içimde, itiraf etmeliyim bir cam kırıldı...

***

Bazı hesaplar sadece âhirette değil bu dünyada da görülüyordu, bunu bir kere daha alnıma kazıdım. Döndüm kendi hatalarıma baktım, en iyisi onlarla uğraşmak, mâzereti bırakıp vicdana çalışmaktı...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.