İslamcısı, solcusu, sağcısı herkes kendince bir devrim peşindeydi. "Devrime" karşı çıkanlar bile Necip Fazıl'ın o mısraındaki gibi "devrimi devirecek bir devrimin" hülyası içindeydiler.
Zaten devrim rüyaları görmeyenler "Ot" veya "Sev-Genç" tesmiye edilirdi.
Sevmek sevilmek, hele ki "sevgili" peşinde koşmak veya "aşk" için bir ömür tüketmek basit/iptidai addedilir, aşağılanırdı.
Duvarların hükümferma olduğu siyah beyazlı yıllardı. Her slogan bir duvar, her duvarda da bir slogan vardı.
Abilerimiz daktiloyla, teksirle çoğalttıkları bir "metni" gizli gizli birbirlerine dağıtırlar, bize zinhar göstermezlerdi. Bir defasında ısrarla istemiştim ama "Sen anlamazsın!" diyerek vermemişlerdi.
Yasa dışı bildiri olduğunu düşünmüştüm. Polise yakalatırsam "Kim verdi bunu sana?" diye sorguya çekildiğimde çözüleceğimi, hâliyle başlarının belaya gireceğini hesap ettikleri için benimle paylaşmadıklarını sandım. "Okuduktan sonra hemen yakarım; hem yakalansam da sizi ele vermem ki..." diyecek oldum, gülüp geçtiler.
Sonradan, bunun "bildiri" falan değil, sıkı bir aşk şiiri olduğunu öğrenecektim.
***
Zor yıllardı. Sloganlar, afişler, pompalı pankartlar kurtarılmış mahallelere açılır, kurtarılmış mahalleler de toplumun arasındaki irtibat tellerini kopartırdı.***
Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın Mülkiye'de aynı sınıfta okudukları dönemde âşık oldukları, uğruna Sezai Karakoç'un Türk şiirinin en güçlü ve en romantik aşk şiirini yazdığı, Cemal Süreya'nın da (Sezai Karakoç'la girdiği iddia üzerine) uğruna soyadından bir "y"yi kaybettiği Muazzez Akkaya'yı birkaç gün evvel 95 yaşında öte dünyaya yolcu ettik. Cemal Süreya bu aşktan sonra başka aşklara yelken açmış ama Sezai Karakoç bu aşkla birlikte tüm aşkları gömmüş, hiç evlenmemiştir.