Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Antalya, Nuri Şahin ve Doğukan!..

İngilizleri, nerdeyse futbolu icat ettiklerine pişman edecek Mert Hakan utancını dün Ada'nın en çok satan halk gazetesi The Sun'dan naklederken, altına bir yazı daha yazacaktım..
Antalya.. Doğukan ve Nuri Şahin.. Yer kalmadı. Bugüne kaldı.
İyi ki de kalmış.. Bu sabah baktım.. Torrent adlı maç okuması sıfır, maça anında müdahale yeteneği sıfırın da altındaki beyefendinin, kongre sonunda kim kazanırsa kazansın yollanması kesinleşti ya..
Burada bir parantez açalım. Sevgili Ağabeyim Öcal, bu ülkede Torrent'i hâlâ savunan tek kalem..
Özetle "Aldığı enkazla bu kadar" diyor. "Bu takımı o yapmadı ki.. Niye adama yükleniyorsunuz?."
Örnek olarak da, devraldığı Galatasaray'ın Türkiye liglerindeki durumunu gösteriyor..
Ona bir örnek de ben vereyim hemen..
O enkaz, Avrupa liglerinin gurup maçlarını, yenilgisiz lider bitirdi. 6 maç, 3 galibiyet, 3 beraberlik, 0 (Sıfır) mağlubiyet. 7 gol atmış, 3 gol yemiş..
Rakipler mi?. Lazio, Marsilya ve Lokomotiv Moskova..
Yani eldeki enkazı, rakibi iyi analiz eder, oyun taktiğini ve onbirini ona göre kurarsan, Avrupa'nın en tepedeki liglerinin en ünlü takımlarını mağlubiyetsiz geçebilirsin. Eğer o enkazın ve o Avrupa Ligi gurup maçlarının hocası Fatih Terim olsaydı, 1/16 finalde, tarihin "En kötü Barcelona"sını da geçer, bugün çeyrek final oynardık. Ama o maçı okuma ve yerinde, zamanında müdahale yeteneği sıfır Domenec sayesinde elendik.. O Domenec'in o kafa ile Fener'i yenmesi söz konusu değildi. Allah'tan İsmail Kartal da, ilk defa 2-0'dan sonra kopup gidecek Fener'in hızını kesti de, bir 6 Kasım rezaleti daha yaşanmadı..
Bir lig oynamak başkadır. Bir özel maç oynamak başka..
Bugün, ikinci ligde bile küme düşme hattındaki Denizlispor, kupada Galatasaray'ı nasıl eledi, bir düşünün!.
Neyse.. Kongrede kim kazanırsa kazansın, Torrent adlı, hayatında ilk defa bir takımı saha kenarından yöneten, geldiği en iyi yer "ikinci adamlar arasında bulunmak" olan adamın yollanması kesinleşti ya.. Bizim muhabir yoksunu gazeteler, akla gelen her ismi, masa başında yazmaya başladılar..



Mesela, Ortaköy-Bebek yoluna çıkın. Orda yürüyüş yapan ya da balık tutan 10 adama sorun. Size hangi adı verirlerse, o en büyük gazetede haber..
O kadar kolay mı?. O kadar kolay..
Bu mesleğe başladığı gün ya da basın yayın okullarında ilk öğretilen formüldü..
5 N, 1 K..
Yani bir haberde mutlak olması gereken 6 unsur..
"Ne, Nerde, Nasıl, Niçin, Ne zaman, Kim?."
Bakın bu özellikle futbolcu ve teknik adam haberlerine.. 5 N, 1 K'dan sadece birisi vardır.. K?. Kim?.
Yani "sallanan" isim.. Ötesi yok.. Yok ki..
Mesela, "Dün Galatasaray Kulübü kulislerindeydim. Adının açıklanmasını istemeyen bir yönetici dostuma Ali Sami Yen'deki yönetim koridorlarında rastladım. Bana dedi ki.." diye bir haber okudunuz mu hiç?.
Sallamanın kaynağı mı olur?. Ne kadar çok sallarsan o kadar iyi.. Çünkü 350 isim çıkarsa gazetede, bunlardan birinin gerçekleşmesi ihtimali artar. O zaman da, onu yazdığın haberin kupürünü yazarsın..
"Haber bizim gazetede okunur" diye dişi başlık atarak.. Bir gazete de sormaz, "Peki gerçekleşmeyen 349 haberin ne oldu?" diye..
Çünkü onlar da aynisini yapıyorlar..
Şimdi geçen hafta Antalyaspor, Hatayspor'u darmadağın edip 4-1'le geçti ya..
Hele de ilk yarıda, bize sezonun en iyi maçlarından birini izletti ya.. Ama sonrası.. Sonrasını da kimse yazmadı.
Ben yazmaya daha 70'inci dakikalarda karar verim..
"Antalya, Nuri Şahin ve Doğukan" diye başlık atarak.
Antalya, futbolcu kadrosundaki Dortmund, Real Madrid, Liverpool gibi takımlarında oynamış Nuri Şahin'e, Ersun Yanal'ın yerine hem de antrenör oyuncu olarak görev verince, herkes pek şaşırmıştı. Ama Ersun'un Antalya'sı küme düşme hatlarının orda dolaşırken ve sezon da başlamış ve hayli ilerlemişken, hoca bulmak da zordu. Yani bir "denize düşen.." durumu vardı ama, Nuri de yılan değildi tabii..
O Nuri Şahin, Antalya'yı ligin yenilmezlerinden biri yaptı. Hayır, savunma değil, futbol, güzel futbol, seyre değer futbol oynatarak yaptı.
Ömer Erdoğan elinde Süper Lig'in sayılı takımlarından biri haline gelen Hatayspor'u da darmadağın etti.. Hatay da iyi oynuyordu üstelik.
Evde tek başımaydım ve maçı seyre doyamıyordum.
Ama beni üzen, hem de fena halde üzen bir şey vardı.. Sağ kanatta harika bir genç vardı. 23 yaşındaki Doğukan.. Çizgiye dek inip harika asistler yapıyor, bazen içeri kayıp enfes verkaçlara giriyor ya da topu kendi sürüp gollük şutlar atıyordu..
"İşte milli takıma bir değişmez genç daha" derken, midem bulanmaya başladı. Hayır yediklerimden değil..
Gördüklerimden..
O genç Doğukan, tüm yeteneklerine kara çalan bir Mert Hakan ayıbına sahipti. Topu kaybeder etmez, kendi yere atıyor ve kıvranmaya başlıyordu.
Pırıl pırıl genç, futboldan önce, ayıbını, çirkinliğini öğrenmişti. Topla değil hakemle oynuyor, gol değil rakipten adam attırmaya uğraşıyordu.
Hadi o genç adam, ağabeylerinden ne gördüyse onu yapıyordu ama, ya İspanya, Almanya ve İngiltere gibi en büyük liglerde oynamış Nuri Şahin gibi bir hoca buna nasıl göz yumuyor, futbolcularını maçta ve hafta arası idmanlarda en sert şekilde uyarmıyordu?. Çoğul yazdım. Çünkü Doğukan tek değildi Antalya'da.. Nuri göz yummakla kalmıyor, idmanlarda "kendini yere atma" hareketini de mi öğretiyordu acaba?.
Derken 55'te skor 4-1 oldu ve en büyük ayıp başladı. Oyunun bitmesine daha 35 dakika vardı, Antalya kenardan aldığı talimatla topu kendi sahasında çevirmeye başladı. Hatay da üzerine gitmeyince, 2 stoper ve kaleci arasında üçgen paslaşmaları maç diye izlemeye başladık.
Nuri, ekran başındaki milyonları ve binlerce Antalyalı'yı hiçe sayıp "4-1 yeter, artık oyun yok. Top çevirip vakit öldürün" demişti.
Öldürdüğü vakit değil, futbol oldu..
Ekran başındaki "Vay ne futbolmuş" diye zevke dalmış seyirci oldu..
Bir tek, bir tek şey oldu, beni çok mutlu eden.. "Futbolda da, bir yerde 'İlahi adalet' varmış" dedirten..
O durmadan kendini yere atarak ve kıvranarak "Mertlik", yani Mert Hakan'lık yapan genç Doğukan, bir topa koşarken ve yanında başka hiçbir futbolcu yokken, adale atması ile sakatlandı.. "Beni alın" işareti yaptı.
Oyundan çıktı.
Bir yığın artistik sakatlanma şovunun ardından, İlahi tokadı yedi. 69'da çıktı gitti.
Umarım Nuri de, Doğukan da derslerini almışlardır. Ligin en güzel futbolunu oynayan Antalya'yı, bir daha o pislik hareketlere ihtiyaç duyarmış gibi göstermezler, coşmuş seyirci önünde maçı öldürme gibi ayıp numaralara girişmezler..
Futbolu futbol için, seyirci için oynamaya devam ederler.
Çünkü dedim ya başta..
Süper Lig'in "futbol oynayan" ender takımlarından Antalya!.
..Ve o seyirci o futbola layık!. Ayıplısına değil..

***


BAKIRKÖYLÜ OLDUM SONUNDA...
Hayır, başlığa dikkat.. Tabii biri düzeltmemişse.. "Bakırköylük" yazmıyor orda..
"Ba- kır- köy- lü.." Kadim dost, şimdi rahmetler içinde yatıyor, Ertekin, beni fahri Ortaköylü yapmıştı.
O harika mekânı öyle kötü işletti ki, laf da dinlemeden, kimse gitmez oldu. Ben de mekânsız kaldım.. Ta ki, Saat Galerisi Edip'e kadar..
Tarihi bir saatim var, 1960'lı yıllardan kalma bir Zenith.. Kronometreli ve otomatik. Yani kurmuyorsunuz. Bileğinizin her hareketi, saati otomatik kuruyor. 1983'te ilk seramik Radolardan birini koluma takınca Zenith'i yatağımın başucunda duran komodinin bir çekmecesine attım. O komodin, Ankara'dan beri hep başucumda durdu. Birkaç ay evvel, bir şey aramak için karıştırırken, emektar Zenith, emekli hali ile elime geçmez mi?. Çalışmıyor tabii.
Bir elden geçmesi lazım. Hadi, Caner'le internete daldık.. Zenith tamir eden iki yer İstanbul'da.. Biri Kuzguncuk, öteki Bakırköy'de..
Telefon ettik.
Kuzguncuk eski olduğunu duyunca, "Yapamayız", Bakırköy'deki "Görmemiz lazım" dedi.
İlk fırsatta Bakırköy'deki adrese, vakit de bol, sahil yolundan gittik. Bakırköy'e saptıktan sonra, GPS ile Edip Saatçi diye arıyoruz..
O tarafını hiç görmemişim Bakırköy'ün.. O daracık arabanın zor girdiği sokaklar nasıl neşeli.. Nasıl canlı.. Nasıl yaşıyor.. Her türlü dükkân ve aradığınız her şey var..
4 Edip dükkânı varmış..
İşler büyüyor ama dükkânı büyütmenin imkânı yok.
Hadi yeni bir dükkân.. Böyle böyle Edip 4 olmuşlar. Bizi Edip 2'ye sevk ettiler. Orda dünya tatlısı bir Adnan Usta (Gürdal) ile tanıştık. Nasıl hoşsohbet..
Önce saate baktı..
"Bu model dünyada kalmadı. Burada tamir edemeyiz. İsviçre'de ana fabrikaya yollamamız gerek. Biraz pahalı olur ama, bence değer. Çünkü bu saat antika" dedi..
"Peki" dedim.. Yolladık saati.. Bir ay sonra cevap geldi.. "Tamir mümkün ama, pahalı.. Bu yüzden 1000 İsviçre Frangı (1090 dolar) kapora yollamanız gerek.."
Onu da yolladık.. Saat bir türlü gelmiyor.
Bir gün Caner'e, "Hadi Bakırköy'e gidelim. O neşeli sokaklarda da gezeriz" dedim.. Pandemi canımıza okumuş. Şimdi dışarı çıkmak için bahane arıyoruz zaten.. Bu defa o tarihi Kapalıçarşı'nın açığını andıran binbir sokak, binbir çeşit dükkânın olduğu bizim saatçi bölgesine daldık.. Müthiş kere müthiş..
Dolaş dolaş karnımız açıktı..
Bir baktık "Eskişehir Çiğ Börekçisi.." Çiğ börek bizim puf böreği..
Masalarda yiyenlere baktım.
Ayni annemin pufu..
Hemen oturduk, Caner, Mehmet'le.. Birer de ayran..
Nasıl bir lezzet.. O lezzetli yemek, o martın erken gelmiş ilk yaz gününün enfes havasında hemen yanında Escarpa diye bir kahve var. Hemen hemen dolu, açık kısmı da. Biz börekleri bitirdik ki, bir masa boşaldı.
Mehmet'le Caner çay ve sigara tiryakisi.. Hadi oraya transfer.. Ben de küçük bir puro yaktım.. Yol zaten cıvıl cıvıl.. Nasıl hoş bir akşamüstü..
Ondan sonra dadandık..
Dün saatle işimiz bitti.
Benim Zenith gelmiş.. Pırıl ve tıkır.. Aldım, Rado'yu çıkarıp Zenith'imi taktım. Havam bin.. O arada Adnan Usta acil Edip 4'e gitmiş. Orda kardeş Ersan var.. Saati verdi.. "Bir kahvemizi için" dedi ve bizi az içerde ve tenha Edip 3'e götürdü. Bizimkiler çay, ben teklif edilen Mardin kahvesine "Evet" dedik. Birer porsiyon da kadayıf gelmez mi?. Ve hepsinden iyisi Ersan'ın sohbeti de, "hoşsohbet"i beşle çarpın, o çıkmaz mı?.
İşte Bakırköylü olmamın kısa öyküsü bu dostlar. Hele havalar kesin ısınsın.
Yeni memleketime daha çok gideceğim.. İlk iş, Adnan Usta ve Ersan'la yemek!..

***


TEBESSÜM
70'li yıllarda Holly ile Amerika'da dolaşırken bir afiş görmüştüm, sokak tezgâhında.. Uçan bir kuş resmi vardı.. Üzerinde de bir yazı.. Hemen aldım.
Türkiye'ye dönünce çerçevelettim, duvarıma astım. Hâlâ duvarımda.. Şu anda da tam karşımda zaten..



Dün de internette bu resmi gördüm. Altında ayni yazı vardı..
"Birini seversen serbest bırak. Geri dönerse senindir. Dönmezse, zaten hiçbir zaman senin olmamıştır ki.."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Zekâ iç çamaşırı gibidir. Sahip olmanız önemlidir. Ama ille de göstermek zorunda değilsiniz. Anonim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA