Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Tütsüler

Biri size uygar mı, vahşi mi olduğunuzu sorsa, hakarete uğramış sayarsınız kendinizi. Ormanda yaşayıp yaşamadığınız, adam yiyip yemediğiniz sorulmuş gibi olursunuz. Oysa uygar kişiyi vahşiden ayıran başlıca özellik ikamet yeri ya da besi kaynaklarıyla değil, kafayla ilgilidir. Akılcı kişi yalnız kanıtlanabilen gerçeklere inanır; ilkel insan ise ata mirası inançlara körü körüne bağlanır. Birincisine karnının ağrısına kertenkele kuyruğunun iyi geleceğini söylerseniz nereden bildiğinizi sorar; ikincisi kabile büyücüsünden o lafı duyarsa hemen kertenkele avına çıkar. Bu hesapça dünyada gerçekten uygar kaç kişi var dersiniz? Pek az. Hemen hepimiz belli belirsiz ilkel özellikler koruyoruz kafamızda. Siz hiç "Nazar değmesin" derken tahtaya vurmuyor, kahve falına baktırmıyor, 13 sayısının tekin olmadığına inanmıyor musunuz? (Benim inanmam aşırı alçakgönüllülük olur, zira bir ayın 13'ünde doğmuşum.) Uğura ve uğursuzluğa inanmanın büyüye, öcüye, cine periye inanmakla farkı yoktur. Amma ve lakin dünyadaki en yaygın kafa yatkınlıklarının başında gelir.

***

Küçüklüğümde dadım vardı. O zamanlar lüks değildi bu. İş seçenekleri çok kısıtlı olduğundan, alt sınıf kadınının pazarlık gücü yok gibiydi. Zeki ve becerikliydi ama, okuma yazma bilmezdi dadım. Sıkı sıkıya bağlandığı inançlar da pek çoktu. Bahçedeki bir kameriyenin altında otururdu boş zamanlarında. Tepesindeki üzümleri yemeye gelen kuşların sık sık üstüne pislemesine aldırmaz, "Uğurdur" derdi. Uğursuzluklara inancı daha da güçlüydü. Yakınlarda baykuş ötmesi, köpek uluması, kara kedi görünmesi kesin felaket habercisiydi ona göre. Bir ayna kırılsa panikler, "Kurban kesilsin" diye tuttururdu. Yerdeki parlak cam parçacıklarıyla bahçe köşesinde boğazlanan hayvanın kanı arasında bağlantı kuramazdı kafam. (Bugün de kuramaz.) En tuhafı, yürüyen erkeğin rotasına saygısıydı. O çizgiye diklemesine yönelemez, adamın önünden geçemezdi. Büyük uğursuzluk getirirmiş öyle yapmak. Dadımın o tabusunu öğrenmek ve gözünde erkek olduğumu fark etmek benim de işime yaramıştı. Yakalamak için peşime düştüğü zaman geriye dönüp dümdüz ileriye yürürdüm. Durur, şaşalar, bocalardı. Okuma yazmasız kadıncağızın o hallerini hatırladıkça gülerdim sonradan. Ama benzeri inançları en beklenmedik kişilerin benimsediklerini gördüğüm de oldu.

***

En zeki ve başarılı sanat adamlarımızdan biri olan Muhsin Ertuğrul aile dostumuzdu. Ablama da oyun çevirileri yaptırırdı. Bir yabancı doktorla evlendikten sonra yurtdışında yaşamaya başlayan ablamı ziyarete gitmiştim. Dönüşümde "Bunları Muhsin Bey'le Handan Hanım'a ver," diyerek bir paket koydu valizime. İlk fırsatta Harem'deki evlerine giderek emaneti onlara teslim ettim. Hemen açtılar. İçinden çıkan şeyler arasında bir lüks sabun paketi de vardı. Muhsin Bey bembeyaz oldu. Koştu, bir madeni lira getirdi, "Aç elini," diyerek avucuma koydu. Hiçbir şey anlamadan yüzlerine bakıyordum. Handan Hanım gülerek açıkladı: Sabun hediye edilmesi yaklaşan bir ölümün belirtisiymiş. Ancak para verilmesiyle sabun armağan olmaktan çıkar, işlemin niteliği değişirmiş. Muhsin Ertuğrul gibi - hızlı solculukla "suçlanan"- bir öncünün öyle bir inanışa itibar etmesini hayretle karşılamıştım. Ama dünkü habere daha da şaştım: Rusya Devlet Başkanı Medvedev, Amerika'da kendisine silah armağan edilince paniklemiş, para vererek olayı satın almaya çevirmiş. Çünkü hediye silah uğursuzluk getirirmiş... Ne demeli? Böyle devlet başkanlarının eline kalan dünyamıza nazar boncuğu takalım da başına bir şey gelmesin!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA