Pazartesi 11.07.2011

Çözümü Onlar Bulmalı

Başkan Obama 2009'da Afganistan'a daha fazla asker gönderme kararını açıkladığında, bunun başarıya ulaşmasının üç şarta bağlı olduğunu söylemiştim. Bir, Pakistan farklı bir ülke haline gelmeliydi; iki, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai farklı bir insan olmalıydı; üç, yapmadığımızı ileri sürdüğümüz konuda, yani Afganistan'da bir ulus kurma konusunda başarıya ulaşmalıydık. Bunların hiçbiri olmadı. O yüzden de Afganistan'daki seçenekler bana göre hâlâ önce veya sonra yenilmek ya da çok veya az kaybetmek. Ben erken ve az kaybetmeyi yeğliyorum. Afganistan'la ilgili şüphelerim, sorduğum üç soruya dayanıyor: Ortadoğu bizi ne zaman mutlu etti? Soğuk Savaş nasıl sona erdi? Ronald Reagan olsa ne yapardı? Şimdi bu soruların cevabına bakalım. Yakın geçmişte Ortadoğu'yla ilgili en büyük mutluluğu ne zaman yaşadık? Cevabı kolay. 1) Enver Sedat zincirleri kırıp Kudüs'ü ziyaret ettiğinde; 2) El Kaide karşıtı Sünni direniş Irak'taki gidişatı tersine çevirdiğinde; 3) Afganistan'daki Taliban rejimi 2001'de, ABD'nin yalnızca hava gücü ve birkaç yüz kişilik özel kuvvetle destek verdiği Afgan direnişçilerce bozguna uğratıldığında; 4) İsraillilerle Filistinliler Oslo'da gizlice bir barış planı hazırladıklarında; 5) İran'da Yeşil Devrim olduğunda; 6) Lübnan'da Sedir Devrimi patlak verdiğinde; 7) Tunus, Libya, Yemen, Suriye ve Mısır'da demokrasi isyanları başladığında; 8) İsrail tek taraflı olarak Güney Lübnan ve Gazze'den çekildiğinde. Bunların ortak yanı ne? Neredeyse hiçbirinde Amerikan parmağı yok. Bu atılımı halklar kendi gerçekleştirdi. Biz olayların gelişini göremedik. Üstelik çoğunun da bize bir kuruş maliyeti olmadı. Bu bize neyi gösteriyor? Ortadoğu hakkındaki en önemli gerçeği. Yani, bir işi onlar başlatmadıkça; yeni bir barış inisiyatifinin, bir savaşın veya adil bir yönetim için bir mücadelenin sahibi onlar olmadıkça istediğiniz kadar Amerikan askeriyle motive etmeye, dil dökmeye veya para saçmaya çalışın, işe yaramayacaktır. Ayrıca, bir işi onlar başlatmıyorsa uzun vadede zaten bizi istemiyor veya bize ihtiyaç duymuyorlar demektir. Bir inisiyatifi insanlar kendi sahipleniyorlarsa (Taliban yönetimini deviren ilk Afgan koalisyonu gibi, Tahrir Meydanı'ndaki Mısırlılar gibi, Mısırlı ve İsrailli uzlaşmacılar gibi) bunun itici gücü kendilerinden kaynaklanıyor ve ABD'nin yardımı burada etkili bir katalizör görevi görmek olabilir. Sahiplenmek (Afganistan örneğinde, düzgün bir yönetimi sahiplenmek) istemiyorlar veya sonucu kendilerinden çok bizim istediğimizi düşünüyorlarsa eteklerimizden tutmak, para sızdırmak ve aynı pilavı önümüze tekrar tekrar sürmek onlara yetecektir. Soğuk Savaş'ın nasıl sona erdiği sorusu da kolay. İki devlet (düşmanlarımızı motive eden finansman ve ideolojilerin tedarikçisi Sovyetler Birliği ve Maocu Çin) yıkılınca sona erdi. Çin, Maocu Komünizmden kapitalizme doğru barışçı bir iç dönüşüm yaşadı, Sovyetler Birliği de Marksizm'den kapitalizme olaylı bir geçiş yaptı. Soğuk Savaş böylece bitti. O gün bugündür başka bir küresel hareketle, köktenci cihatçı İslam'la savaştayız. Bu hareketin parası ve ideolojisi Suudi Arabistan, Pakistan ve İran'dan geliyor. 11 Eylül saldırısı temelde Suudi ve Pakistan uyrukluların ortak harekâtıydı. Lübnan'da 1983'te Deniz Piyadelerine ve Amerikan Büyükelçiliği'ne yapılan bombalı saldırıların İranlı ajanların işi olduğu düşünülüyor. Ama biz yine de Afganistan'la Irak'ı işgal ettik, çünkü Suudi Arabistan'ın petrolü ve Pakistan'ın atom bombası vardı, İran ise fazla büyüktü. Gözdağı vermenin üç ülkeyi değiştireceğini umduk. Fakat şimdiye kadar işe yaramadı. Cihat ideolojisini besleyen İran, Suudi Arabistan ve Pakistan'daki cami, para ve iktidar ilişkisini kırmadıkça Afganistan'da ancak semptomlarla savaşırız. Bu ilişkiyi kırmak içinse ABD'nin yeni bir enerji politikasına ihtiyacı var. Amerikalı uzman George Will, Senatör John McCain'in geçen ay, Libya ve Afganistan'daki gibi savaşları asla yarım bırakmayacağını ima ederek, sorduğu bir soruya ("Ronald Reagan şimdi olsa ne derdi?") dikkat çekiyordu. Ben o sorunun cevabını biliyorum. Oradaydım. 25 Şubat 1984'te, Beyrut havaalanındaki asfaltta dikiliyor ve pistte ilerleyerek uzaklaşan, Akdeniz'e dalıp gemilerine çıkarak Lübnan'dan ayrılan Deniz Piyadelerine ait amfibi araçlarının geçidini izliyordum. Ronald Reagan, bir intihar bombacısının ABD'li 241 askeri personeli öldürmesinden sonra, amacı muğlâk bir iç savaşın ortasında kaldığını, düşmanın çok belirsiz olduğunu ve onu yenmenin yapılacak fedakârlıklara değmeyeceğini anlamıştı. Dolayısıyla kayıplara orada son verdi ve arkasını dönüp gitti. Olumsuz sonuçlar hakkında onu uyarmışlardı. Zayıf görünecektik. Oysa Reagen asıl orada kalmanın bizi zayıflatacağını düşünüyordu ve bunu da ustalıkla dile getirmişti: "Kaçmıyoruz, daha korunaklı bir mevziye geçiyoruz". Sekiz yıl sonra Sovyetler Birliği tarih olmuştu, Amerika yükselişteydi ve Lübnan (biz olmadan) hâlâ düze çıkmaya çalışıyordu.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.