Pazartesi 05.03.2012

Bir Köprü Kurmak

Siyasetin çare olmadığı yerde sınırlar sanat ve edebiyatla aşılabilir.

Yazarlar siyasetçilerin damarına basmayı iyi bilir. Edebiyatın çoğul gerçeklerini siyasetin tekil gerçeğiyle uzlaştırmak kolay değildir ne de olsa. Nitekim geçtiğimiz günlerde bir Türk gazetesine konuşan Brooklynli yazar Paul Auster, ifade özgürlüğündeki baskılar nedeniyle Türkiye'yi ziyaret etmeyi düşünmediğini söyledi. Yazar, yüzü aşkın gazetecinin cezaevinde olduğu Türkiye'nin basın özgürlüğünü sınırlamak istemesinin onu kaygılandırdığını da dile getirdi. Auster'in duruşu Türkiye'nin başbakanını kızdırdı ve Recep Tayyip Erdoğan vakit geçirmeden, "New York Üçlemesi" gibi unutulmaz bir eserin yazarını "cahil" olarak niteledi. Erdoğan, "Gelsen ne olur gelmesen ne olur? Türkiye irtifa mı kaybeder?" diye sordu. Ve Gazze Şeridi'nde binlerce masum insan sessizce acı çekip ölürken 2010'da İsrail'deki bir kitap fuarına katılan Auster'i eleştirdi. Auster cevap vermekte gecikmedi. "Başbakan İsrail hakkında istediğini düşünebilir, ama orada ifade özgürlüğünün olduğu ve yazarların veya gazetecilerin cezaevine girmediği gerçeğini değiştirmez bu" dedi. Türk basını bu tartışmayı yakından izlese de bu çatışmayla en çok ilgilenen kesim, Türk edebiyat camiası. Yazar, sanatçı ve bilim insanları, demokrasinin istenen noktada olmaması sebebiyle dünyanın başka yerlerinden gelen davetleri geri çevirmeli mi? Gitmeyi reddetmek etkili bir protesto mudur, yoksa orada boy göstermek ve eleştiriyi yerinde yapmak daha mı isabetli olur? Hangi yol demokrasi için daha iyidir? Hükümetleri protesto etmek mi, insanlarla bağ kurmak mı? Dünya turnesine çıkan U2, 2 010'da İstanbul'a ilk kez geldiğinde konsere giden binlerce kişi arasında ben de vardım. İrlandalı müzik grubu "Sunday Bloody Sunday" şarkısını söylemeye başladığında stadyum adeta inlemiş, bir dayanışma duygusuyla yürek gibi gümbür gümbür atmıştı. Tarihi bir an yaşanıyordu çünkü grup, geçmişteki insan hakları ihlallerinden dolayı Türkiye'ye gelmeyi reddediyordu. (1997 tarihli "Pop" albümlerinde, Türkiye'de gözaltındayken kaybolan Kürt eylemci Fehmi Tosun anılıyor, dinleyicilerden onu hatırlamaları isteniyordu.) 50 bin kişi birlikte şarkı söylüyor, birlikte hatırlıyordu. Çevremdeki yüzleri gözlemlemiştim. Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Ermeniler, Yahudiler, genç ve orta yaşlılar, kadın ve erkekler, geleneksel ve kozmopolit İstanbullular. Türkiye'de sivil toplum geniş bir yelpazeden sesleri kapsar. Farklı geçmişlere sahip sanatçıları dinlemekten hepsi istifade eder. Siyasetin çare olmadığı ve siyasilerin "bize karşılık onlar" söylemine başvurduğu yerde sınırlar, sanat ve edebiyatla aşılabilir. Sessiz kalmak yalıtır. Yalıtılmak da Öteki'nden korkmayı besler. Köprüler kurmak için elimizdeki en iyi araçlar hâlâ edebiyat ve sanat. Dünyayla bağı olan bir ülke (özellikle de Türkiye gibi genç nüfuslu ülkeler) değişim ve gelişmeye daha açık olur. H aziran 2010'da, Gazze'ye giden ve Türk eylemcileri taşıyan gemi baskınının ardından, aralarında Elvis Costello'nun ve alternatif rock grubu The Pixies'in de bulunduğu bazı sanatçılar İsrail'de konser vermemeyi kararlaştırmışlardı. Israel Radyosu'nun emektar yayıncısı Benny Dudkevitch, Pixies hayranlarının hayal kırıklığını The New York Times'a özetlemiş, iptal kararını "bir tokat" olarak nitelemişti. "Onları o kadar uzun zaman bekledikten sonra canımız yandı" demişti. Evet, can yakıcı. Fakat halkın mı yoksa siyasilerin mi canını yakıyor? Boykotlar basının ilgisini çekiyor, ama çözümün bir parçası olamaz. Boykotlara aldırmayanlara hiçbir şey olmuyor, bizim gibi aldıranlarsa dünyayla bağ kurma fırsatını yitiriyor. İfade ve basın özgürlüğü alanlarında Türkiye'nin sicili giderek bozuluyor. Ne anlama geldiğini kimse açıklayamasa da, Türklüğe hakaret edilmemesi için hâlâ bir yasa var. Önde gelen bağımsız yayıncı lardan Ragıp Zarakolu cezaevinden çıkabilmiş değil. Türk basınında çıkan haberlere göre İsveçli bazı parlamento üyeleri, Zarakolu'ya Nobel Barış Ödülü verilmesi için geçtiğimiz günlerde başvuruda bulundular. Komünist olduğu için hapse atılan büyük Türk şairi Nazım Hikmet, Moskova'daki sürgününden yazdığı bir mektupta, "Memleketime, halkıma sevgi ve hayranlıkla dolup taşıyorum, ama aynı zamanda onlara köpürüyorum" diyordu. Türk yazarlar çatışan duygularını açıklamakta sık sık zorlanıyor. Hikmet'in sevgi ve hüsranını, Türkiye'ye beslediği muhabbeti ve demokratikleşmenin yavaşlığı ve ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar karşısındaki hayal kırıklığını ben de paylaşıyorum. Fakat bunun yanında, bağ kurmanın gücüne de inanıyorum. Bir yanım, "bağlantıyı koparmamalıyız" diyor. Bitmek bilmeyen bir mücadele bu. Hatta Paul Auster kendisi söylüyor, "Hikaye sözlerde değil, mücadelede saklıdır".

İSTİHBARAT/Elif ŞAFAK

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.