İdris Kardaş

İdris Kardaş

10 Nisan 2018, Salı

ABD-Rusya Geriliminin Perde Arkası

ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Ürdün'den oluşan ve kendilerine "Suriye için Küçük Amerika Grubu" adını veren devletlerin temsilcileri 11 Ocak'ta Washington'da gizli bir toplantı yapmışlardı. Toplantının içeriği, İngiltere Büyükelçiliğinde çalışan bir uzmanın aldığı notların, bir Fransız gazeteciye ulaşmasıyla dünya kamuoyuna afişe oldu. "Syrie Leaks" adı konulan bu notların odağında ise Türkiye-Rusya-İran'dan oluşan Astana süreci olduğu anlaşılıyor.

Suriye üzerinden devletlerin nasıl bir iktidar savaşına giriştiklerini, çözümden ziyade kendi menfaatlerinin nasıl ön planda tuttuklarını bu notları okuyunca daha net görüyoruz. Gizli toplantıda konuşulanları hızlıca birkaç madde ile özetlersek;

Astana ve Soçi süreçlerinin boşa düşürülmesi ve Cenevre görüşmelerinin bir an önce devreye girerek ağırlığının artırılması,

Rusya'nın zafer propagandasına karşılık verilmesi ve bu yönde baskının artırılması,

İran'ın siyasi çözüm arayışıyla Suriye'de kalıcı olarak yerleşmesinin ve kendini dayatmasının önüne geçilmesi,

Perde arkasında ABD liderliğinin Suriye zemini kullanılarak yeniden pekiştirilmesi, gibi konular toplantının ana eksenini oluşturmuş.

Suriye'nin, uluslararası güçlerin iktidarlarını güçlendirme alanı olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. Dolayısıyla devletler, ya sahada kendileri veya taşeron örgütleri vasıtasıyla yada masada yer alarak Suriye denkleminde olmanın yollarını arıyorlar hep. Suriye'nin ve elbette tüm bölgenin geleceğinin şekillenmesinde söz sahibi olmak isteyen her güç bu noktada arayışlar içerisinde.

Türkiye-Rusya-İran'ın başlattığı Astana toplantıları, Suriye'nin geleceği için en somut adımların atıldığı ve sonuçların alındığı tek uluslararası süreç. Türkiye bakımından önemli olan konular Suriye'de bir an önce çözümün sağlanması, insani trajedilerin son bulması ve YPG'nin bölgedeki etkinliğinin kırılması iken; Rusya ve İran ise daha çok kendi siyasi egemenlik alanı olarak Suriye'yi kullanma derdindeler. Sahada da olan bu üç devletin aynı zamanda masada da olup konuşmaları Suriye'nin geleceğinin belirlenmesi noktasında tekel güç olmaları sonucunu doğuruyor doğal olarak. İşte tam da bu yüzden, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerin Rusya'yı sıkıştırarak bu süreci boşa düşürme çabalarını daha iyi görebiliyoruz.

Astana, Soçi ve Ankara'da devam eden çözüm sürecinin Batı dünyasındaki yankısı tahmin edilenden çok daha büyük. Bu, sadece Türkiye'nin Batı ittifakından kopuyor, Rusya ile yakınlaşıyor algısıyla da ilgili değil. Esasen buradaki temel mesele Suriye'den iktidar devşirememek ve Suriye'nin ve dolayısıyla bölgenin geleceğinde söz sahibi olamamak olarak okunmalı. Türkiye, Suriye krizi patlak verdiği zaman bir türlü kendisiyle birlikte hareket etmeye ikna edemediği ABD ve Avrupa'nın şimdi masada yer almak için nasıl bir çaba içerisinde olduklarını gözlemliyor.

Gelelim ABD'nin Suriye söz konusu olduğunda Rusya ile yaşadığı gerilimin nedenlerine. Astana sürecinin boşa düşürülüp, kendisinin de içinde olacağı Cenevre sürecinin başlatılması en öncelikli konu başlığı. Bunun dışındakileri birkaç maddede sıralamak mümkün.

Öncelikle Rusya'nın, Suriye'de her geçen gün daha da güçlenen konumu ve bu gücü küresel güce tevdi etme yeteneği. Soğuk savaşın bitiminden bu yana artık pek bahsi geçmeyen bir Rusya söz konusuyken, bugün artık Rusyasız bir masa kurulamıyor. ABD, özellikle Trump yönetimindeki değişikliklerle birlikte, Rusya'ya bu konuda artık daha az alan açılması kararı verilmiş gibi görünüyor.

İkinci olarak İran'ın bölge ve Suriye üzerindeki etkisi. Tahran'dan Beyrut'a kadar olan bir hattın İran egemenliği altında olması bölge ülkeleri için olduğu kadar, ABD ve özellikle İsrail için de önemli bir tehdit unsuru. Trump'ın değişen ekibine (Dışişleri Bakanı, CIA Başkanı) baktığımızda İran konusunda en sert isimlerin iş başı yaptıklarını görüyoruz. Bu isimlerin gelmesiyle birlikte İran konusunda yeni hazırlıkların yapıldığını düşünebiliriz. Bu hazırlık kuşkusuz Suriye-Irak sınırını da kapsayan YPG'nin elinde tuttuğu alanlarda gerçekleşiyor.

Tam da bu noktada ABD, YPG konusunda Türkiye'nin Rusya işbirliğiyle her an bir harekata girişebileceğinden endişe ediyor. ABD, Afrin operasyonu sonrasında karşı karşıya gelmesini umduğu Türkiye ve Rusya'nın Ankara'da kol kola girmesini YPG'nin egemenlik kurduğu sahalara bir tehdit olarak görüyor. Bu açıdan Afrin operasyonunun başarılı olması ABD'nin Suriye konusunda elini çabuk tutmasını sağlayan bir diğer faktör olarak öne çıkıyor.

Öte yandan Rusya'nın ABD seçimlerine müdahale etmesi ile ilgili dava halen devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde FBI, Trump'ın ofisini basarak belgelere el koydu. Dosyaya bakan özel yetkili savcı Mueller ile Trump arasında her geçen gün gerilim artıyor. Rusya ile gerilen ilişkilerin iç siyasette Trump'ın elini bu davada rahatlatması yada bu yönde bir baskının olma senaryolarını da akla getirmiyor değil.

Rusya'nın karşısında düne göre daha yekpare bir Batı görüyoruz. Son yaşanan casusluk olayları sonucunda ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden Rus diplomatların sınır dışı edilmesi bunun en somut göstergesi oldu. Bu bağlamdan yola çıkarak diyebiliriz ki; Fransa ve İngiltere'nin de müdahil olmasıyla birlikte Suriye'de Rusya'ya karşı daha net bir ittifak oluştu. İşte burada kilit ülkenin Türkiye olduğunu mutlaka unutmamamız gerekiyor. Her iki blok da Türkiye'yi bir tercih yapmaya zorlayan açıklamalar yapıyor ve buna yönelik stratejiler geliştiriyorlar. Ancak bağımsız dış politika izleyebilmenin Türkiye'nin elini güçlendirdiğini akılda tutmak lazım. Dolayısıyla Suriye'de gerçek anlamda çözüm isteyen tek ülke olarak Türkiye'nin gücü ve bu nispette yapabilecekleri de artıyor.

SON DAKİKA