Nur Özkan Erbay

Yanlış hesap Washington’dan döndü…

Netanyahu'nun son iki yıldır Obama yönetimi ile adeta bir krize ve şova dönüştürdüğü Washington ziyareti bu kez her iki taraf için de hasarsız geçmiş görünse de İsrail hanesine bir yenilgi olarak geçmiştir. Zira, Netanyahu hükümeti İran'a karşı yürüttüğü agresif savaş lobisine karşılık bu kez Washington'dan beklediği yeşil ışığı görememiştir. Bu durum, Netanyahu her ne kadar "kendimizi savunmak için kimseden icazet almayız" naraları atsa da İsrail'in ABD'ye artan bağımlılığının bir tescili olmuştur.
Bu minvalde, geçtiğimiz yıl ABD Başkanı Obama'yı daha zayıf gören ve AIPAC konferansını Filistin meselesi üzerinden bir güç savaşına dönüştüren Netanyahu'nun bu kez daha dikkatli bir üslup sergilediğini söylemek mümkün.
Öte yandan, Başkan Obama'dan da ABD ile İsrail arasındaki bağların ''sarsılmaz'', ülkesinin İsrail'in güvenliğine olan bağlarının ise ''çok sağlam'' olduğu retoriğinin aksini kullanması beklenemezdi. Hülasa, ''İsrail'in güvenliği söz konusu olduğunda, "ABD İsrail'in her zaman arkasında olacaktır'' cümlesi İsrail'in kuruluşundan bu yana tüm ABD başkanlarının kullana geldiği tartışmasız bir klişe olmuştur.
Peki, Obama yönetimi bu kez İsrail'in tuzağına düşmemek için süreci nasıl yönetti? İsrail bu süreçten nasıl yenik çıktı?
Washington yönetimi Netanyahu'nun ziyaretinden önce ileride oluşabilecek muhtemel hasarları hesaplamış ve buna yönelik başta Genel Kurmay Başkanı Dempsey olmak üzere kurmaylarını ve temsilcilerini Tel-Aviv'e göndermişti. "İsrail'in ikna edilmesi" şeklinde okunan bu ziyaretler sonrasında da gerek ABD Genel Kurmay Başkanı gerek Savunma Bakanı ve İstihbarat Kuruluşlarından art arda açıklamalar geldi.
Washington İran konusundaki net tavrını daha Netanyahu gelmeden ortaya koymuş ve akıllı bir siyasi iletişim stratejisi yürüterek uluslararası ve Amerikan kamuoyunu buna hazırlamıştı. Son bir aydır ABD basınında yoğun olarak ön plana çıkan "İran'ın Nükleer Silah ürettiğine dair somut bir işaret yok" , "İran ile diplomasiye şans vereceğiz" başlıkları Obama yönetiminin İsrail'in "saldıralım" davetine icabet etmeyeceğinin bir erken uyarısıydı. Netanyahu da işte bu koşulları önceden görerek ve kabul ederek Washington'a geldi aslında.
"Kırmızı Çizgi" ayarı
Gelinen noktada ABD ve İsrail'in İran konusundaki politikasında belki de en belirgin ve temel fark kırmızı çizgilerinin nerede durduğu. Şöyle ki;
İsrail, İran'ın uranyum zenginleştirme çalışmaları dahil ülkenin tüm nükleer çalışmalarını kendisine yönelik bir tehdit olarak görürken tüm dünyaya önleyici bir saldırıyı tek seçenek olarak dayatıyor. Washingon ise böyle düşünmüyor. Aksine, Obama yönetimi uluslararası hukuk ve uzlaşı paralelinde İran'ın barışçıl amaçlarla yürüteceği uranyum zenginleştirme çalışmalarını nükleer silah üretmemek koşuluyla sorun etmiyor. ABD ordusunun da üzerinde mutabık kaldığı şekliyle yönetim ancak İran'ın nükleer silah elde etmesini bir kırmızı çizgi olarak kabul ediyor. Bu nedenledir ki Washington, henüz nükleer silah üretmediğine inandığı İran'a yönelik bir çevreleme politikasına başvurma taraftarı da değil.
ABD-İsrail ilişkilerindeki çatlak derinleşiyor mu? İsrail'in hesabı ne?
ABD'nin diplomasiyi sürdürme kararlılığından hareketle, ABD ve İsrail'in son dönemde sadece İran temelli değil gerek diğer bölge meseleleri ve Arap ayaklanmaları gerekse Filistin meselesinin çözümü konusundaki politikalarında metodolojik açıdan derin farklılıklar bulunuyor. Bu farklılıkların diğer en önemli ayağını Filistin oluşturuyor. Bu nedenledir ki Başkan Obama İran konusunda olduğu gibi Filistin konusunda da içteki İsrail yanlısı muhalefetin ve İsrail hükümetinin saldırılarına maruz kalıyor.
Şimdi ise Başkan Obama'nın bir dört yıllığına daha yeniden seçileceği hesabı yapılmış olmalı ki İsrail kuyruğunu kıstırmış görünüyor. Bu yüzden Netanyahu, tarihinde görülmemiş serin rüzgârların estiği ikili ilişkileri daha da fazla tehlikeye atmayı göze alamıyor. İsrail Başbakanı'nın geçtiğimiz sene AIPAC ve ABD Kongresinde "esip gürlediği" konuşmasından eser olmamasının nedeni de Kasım ayındaki seçimlerde Cumhuriyetçi adaylara bel bağlayamayacağını anlamış olmasından kaynaklanıyor.
Öyle ki konuşmalarında Obama'ya İran'a karşı yaptırımlar için teşekkür ederek, "İran'a karşı ABD ve İsrail aynı çizgidedir" vurgusu yaparak "aramızda sorun yok" sinyalini vermekten de geri kalmıyor.
Netanyahu durumu AIPAC'cileri ve İsrail'de kendisini bekleyen şahinleri memnun etmek adına "İsraillileri savunmak için başkasından icazet almayız" şeklinde özetlenebilecek bir mesaj vererek kurtarmaya çalışıyor.
Obama'nın eli güçlü...
Başkan Obama'nın elinin ise yaklaşan seçimlere ve İsrail lobisine rağmen geçen yıla oranla daha güçlü olduğunu söylemek mümkün. Kongre'deki İsrail yanlısı grubun sesi münferit isimlerin dışında bu kez daha cılız çıkıyor. Zira bunda ABD ordusundan, ulusal güvenlik kadrosuna, dışişlerinden istihbarat örgütlerine, merkeziyetçi ve realist çizgiden liberal-demokratlara uzanan çok geniş bir kesimin İran'a saldırıya ittifakla karşı çıkması önemli rol oynuyor. Oysa bundan daha 10 ay önce Obama'nın arkasında böyle bir destek şöyle dursun Kongre'de dakikalarca ayakta alkışlanan bir Netanyahu'yu izliyorduk.
Diğer yandan, İran'a yönelik bir saldırıya başta ABD olmak üzere tüm dünyanın desteklemesini isteyen İsrail'in kendi vatandaşları bile tek başına bir saldırıya sıcak bakmıyor. ABD yönetiminden beklenen yeşil ışığın gelmemesi ve uluslararası toplum nezdinde de bu saldırıyı meşrulaştırma çabalarının sonuçsuz kalması İsrail'in önümüzdeki dönemde daha agresif olabileceğinin işaretidir.
Diplomasi sonuç veriyor…Türkiye'nin Rolü…
Obama-Netanyahu görüşmesinin hemen ardından, İran'ın BM Nükleer ajansından denetçileri gizli Parchin askeri üssüne davet edeceği haberi tüm bunların üzerine diplomasinin kazanımlarından bir olarak haneye yazılmalıdır. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton'un Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 üyesi ve Almanya'dan oluşan 5+1 grubu ile İran arasındaki nükleer müzakereler için İran'dan gelen mektubu yanıtladığını söylemesi de yine bu sürecin bir ürünüdür.
Şimdi son görüşmenin gerçekleştiği İstanbul, yeni görüşmeler için de öne çıkan bir seçenek.
Başbakan Erdoğan'ın 28 Mart'ta yapması beklenen Tahran ziyaretinin tam da diplomasinin sonuç verdiği bu döneme denk gelmesi sürecin devamlılığı açısından çok önemli bir değer arz ediyor. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'la görüşmesi beklenen Başbakan Erdoğan'ın Tahran'da vereceği mesajlar ve tavsiyeler, P5+1 ile yapılacak nükleer müzakereler öncesinde İran için adeta bir ön hazırlık fırsatı sunacağı gibi Türkiye ve İran için de yeniden bir güven tazeleme vesilesi olacaktır.

@nurozkanerbay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.