Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

2010'dan sonra İstanbul'da "Kültür olayı" bitecek mi?

İstanbul'un "2010 Avrupa Kültür Başkenti" olmasını İstanbulluların tümü ne ölçüde bilinçle benimsediler bilemiyorum.
Bu konuda Hükümet'in ve Büyükşehir Belediyesi'nin büyük çaba gösterdikleri inkâr edilemez bir gerçek. Artık "Kongre Vadisi" diye bilinen bölgedeki yeni yapılar bile (mesela yeni Muhsin Ertuğrul Sahnesi) bu çabanın çok somut kanıtıdır.
Ancak "Kültür" somut olduğu kadar soyut içerikli bir kavramdır da.
Binalar, anıtlar, resimler, kitaplar, müzeler, üniversiteler yanında kültürü, kentliliğin de, yaşam tarzının da, dünyaya, topluma ve insana bakış açısının da şekillendirdiği bilinir.
Bu bakımdan eski İstanbul, biz Türkler için "Kozmopolit kültür"ün de bir simgesiydi.
Birbirlerinin dini kutsal günlerini kendi kutsal günleri gibi kutlayan Sünnilerin, Alevilerin, Ortodoksların, Katoliklerin, Yahudilerin kentiydi eski İstanbul.
Aynı şekilde farklı etnik kökenlilerin davranışları ve lehçeleri Karagöz perdesinde yansıtıldığında, izleyen herkes bunların neyi simgelediğini bilirdi.

Kent kültürü

Yeni İstanbul'da bir ortaokul öğrencisi bana "Eskiden İstanbul'da Yunanlılar varmış" dediğinde, onun kuşağının "Rum" kavramından habersiz olduğunu anlamıştım.
Tabii ki bir kentin hem kozmopolit olmaması, hem "Kent kültürü"ne sahip olması da mümkündür.
Bu açıdan yeni İstanbul'un insanları bir kentten öteye tüm Anadolu'nun da kültürünü temsil ediyorlar.
1950'li yıllarda nüfusu 1 milyonu bulmayan İstanbul'da, 50 yılda bir İsviçre veya bir Yunanistan nüfusunun barınabileceği kadar konut, bunları kaldıracak kadar altyapı inşa edildiğini düşünürseniz, İstanbul'un aynı zamanda "Türkiye" olduğunu da görebilirsiniz.
Yani İstanbul'un Avrupa'nın "Kültür Başkenti" olması çeşitli çevrelerde tartışılsa bile, İstanbul'un bir "Kentlileşme Başkenti" olması gerçeğini kimse inkâr edemez.
Avrupa'nın Paris, Zürih veya Budapeşte gibi kentlerinin 100 yıl önceki nüfusları, bugünküyle aynı.
İstanbul'daki büyümeye ancak Mexico City'de, Kalküta'da falan rastlanır.
Yani İstanbul hem Avrupalı, hem de 3'üncü Dünyalı bir kent.
Burası hem Doğu hem Batı.

Ebedi başkent

Dede Efendi ile Beethoven, Dikran Çuhacıyan'la Franz Lehar burada rekabet halindeler.
İstanbul'un mutfağında "Çiğ Köfte" de, "Beef Tartar" da var.
Justinyen'in Aya Sofyası da, Kanuni'ni Süleymaniye'si de, Japon yapımı Boğaz Köprüsü de "İstanbul Kültürü"nün öğeleri.
Bu kent Nika Ayaklanması'na da, Patrona Halil isyanına da, 28 Nisan öğrenci başkaldırısına da sahne oldu.
Yeni İstanbulluların bir bölümü "2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul" un bu yıl yapımları gerçekleştirilecek mimari eserlerle gelecek kuşaklara bırakılması beklentisi içindeler.
Oysa İstanbul, binalarla falan değil tarihi ile, eski ve yeni sentezleri ile, yaşadığı dramatik değişimlerle, zaten gelecek kuşaklara hazırlanıyor.
2010 geride kaldığında, "Avrupa'nın Kültür Başkenti" unvanını artık taşımaması, İstanbul'un kendisini eksikli hissetmesine mi sebep olacak sanki?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA