Türkiye'nin en iyi haber sitesi
KEMAL KÖK

Kartal'ın 11'ini Sansaryan'ın dibinde unuttum

"Abi inanamıyorum ya, hoca bu İsmail'i nasıl bekte oynatır ya..."
Abbasağa'da 60 yıldır ıhlamur ağacının gölgesinde, her türlü düşüncenin tanığı olan bu mahalle kahvesinde, Sertan'ın söylediği sözlerle yine geçmişe yolculuğum başladı.
1970'li yılların sonu ve 80'li yılların başı, o karmakarışık ve karanlık günlerde iki uğraşım vardı, politika ve futbol... Birinde nefesim kesilir, öbüründe nefes alırdım.
Beşiktaş'ın şampiyonluğa hasret kaldığı, Kartal'ın derin uykuya yattığı yıllar. Son şampiyonluğu 1966-67 sezonundaydı. Şeref Stadı'nda idmanlarını izlediğim o unutulmaz Sanlı, Sabri, Vedat, Lütfü, Zekeriya, Niko, Kahraman, Tezcan, Miliç'li... efsane kadro zamanında başlayan kötü gidiş, Kara Kartal'ın peşini bırakmamış, her yıl tekrarlanan bir kâbusa dönüşmüştü.

***
79/80, Türkiye için ne kadar zor geçtiyse Beşiktaş için de bitmek bilmeyen bir sezondu; düşmekten paçayı son 2 maçta kurtarmış, ligi 11. tamamlamıştı. 80/81'de Türkiye, 12 Eylül Darbesi'nin suratında patlayan asker dipçiğiyle yere serilirken, Kara Kartal da uykusundan uyanmaya başlamış, ligi 5. bitirmişti.
81/82'de ise Beşiktaş, alttan gelen gençleriyle dirilip kupaya uzanırken, Türkiye, gençlerini nezarethanelerde, kışlalarda, hapishanelerde kaybediyor, tarihe en karanlık notlarını kanla yazıyordu.
Kara Kartal, 15 yıl sonra gelen 4'üncü şampiyonluğu kanadı kırık bir şekilde kutlarken, Çarşı'nın kurucu oyuncuları da Kapalı'da yerlerini almıştı.

***
Benim içinse, artık tamamen tık nefes olduğum ama askerin darbesinden kendimi arakladığımı düşündüğüm günlerdi! İşte o günlerden birinde, ıhlamurlu kahvede, (tam da Sertan'ın, yazının girişindeki sözleri söylerken durduğu yerde) Kaptan Zekeriya'nın nasıl muthiş bir sol bek olduğunu ama yerine gelen Kadir'in de en az onun kadar iyi olduğunu anlatıyordum ki, bir kuş gibi polise avlanıp, kendimi Sansaryan Han'ın dibinde buldum.
Üç günlük misafirliğim sırasında, Ulvi, Samet, Kadir, Mehmet Ekşi, Adem, Haluk, Ziya, Ali Kemal, Necdet, Rıza ve Küçük Haluk'u unutmuş, yerine işkencede ölen, cesetleri bile ortadan kaldırılan Hayrettin, Faruk, Cemil... gibi onlarca ismi hafızama kazımıştım bile.
Ben az hasarla bitirdiğim kısa dönem bedelli eğitim sonunda, hayata bambaşka biri olarak devam ederken, Kara Kartal, yine efsane olacak bir kadroyla (yukarıya, Gökhan, Fikret, Büyük Ali, Zafer, Kovaçeviç, Metin, Ali, Feyyaz'ı da ekleyin) özlemini çektiği gökyüzüne doğru yükselişe başlamıştı.

***
Bugün, Beşiktaş'ın o bir çırpıda sayılan efsane 11'i, 90'lı yılların ortasında kaldı. Türkiye ise 12 Eylül Darbesi'nde kaybettiği yaşamların izlerini hâlâ arıyor. Biz de tarih defterinin acı ve hüzün dolu yapraklarını geçip, orta sayfaları da okumadan atlayalım ve İsmail'e gelelim.
Top her futbolcunun ayağına yakışmaz, bazısında şaşkın durur ne yapacağını kestiremez, bazısında gidicidir hiç durmaz, bazısının ise ayağına yapışır gitmez. İsmail de ayağına top yakışan oyunculardan biri. Ama, bence sahada iki İsmail var; biri atak keserken nerede duracağını bile bilmeyen ürkek, acemi olan, diğeri ise atağa kalkarken, gerilmiş yaydan fırlayacak bir ok gibi kararlı ve cesur olan.

***
Neyse son söz; İsmail'in henüz başlayan kariyeri, miyadını doldurduğu zaman, diğerlerinde olduğu gibi, elbet bu 60 yıllık kahvenin herhangi bir köşesinde kendisine saklanacak bir yer bulacak. Türkiye ise, bugün geçmişin karanlık dönemlerine tuttuğu ürkek ışığı güçlendirmedikçe, kalbine birkaç kez saplanmış gamalı haçla yaşamayı sürdürecek.
Sevgiyle kalın...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA