Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

‘Saf Anadolu çocuğu’

İstanbul'dan yola çıkarsınız. Daha Yalova'dayken başlar; Bodrum'a, Marmaris'e, Datça'ya kadar devam eder: "Köy kahvaltısı..." Maşallah bütün kahvaltılar köy kahvaltısıdır. Ve tabii hepsi yalandır!
Peyniri de, tereyağını da, reçeli de marketten alırlar. Üstelik en dandik markalardır önünüze gelen.
Belki domates ve salatalık arka bahçedendir. O kadar. Yani yediğiniz köy kahvaltısı filan değil, en yavanından market kahvaltısıdır.
Köfteleri filan da anlatayım mı? Hazır, sanayi köftesi alırlar marketten. Çöp bidonuna bakarsanız naylon ambalajları görürsünüz. (Daha geçen gün bir arkadaşımız, bir Anadolu kentinde yediği çiğ köfte kazığını anlatıyordu. Şaşırmadık.)
Yumurta? Bir yumurta üreticisi anlatmıştı: "Sabah köyden sepetiyle geliyor. Benden yumurtayı yirmi beş kuruşa alıyor. Bilhassa en kirli olanları seçiyor. Yolun kenarına oturup 'köy yumurtası' diye tanesini bir liradan satıyor."
Lafı getireceğim yeri tahmin etmişsinizdir: 'Saf ve temiz Anadolu' imgesi.
Son olarak Şahan Gökbakar'dan duyduk. 'Recep İvedik'ten sonra kurguladığı 'Kayhan' tiplemesi için "Kalbi temiz bir Anadolu çocuğu" demiş. (Günaydın, 1 Şubat)
Her iki anlamıyla da tam bir uydurma! Kalbi temiz, saf yürekli Anadolu çocuğu filan yok gerçekte. Sen filminde, romanında, şiirinde, piyesinde, hikayende öyle gösterdiğin, öyle resmettiğin için varmış gibi duruyor.
Gidin istediğiniz köylüyle, kasabalıyla konuşun. Biraz samimi olduğunuzda önce komşunun, sonra akrabasının çevirdiği fırıldakları anlatmaya başlayacaktır.
Israrla, "Saf ve temiz kalpli Anadolu çocukları var" diyeceklere sorarım: Eğer onlar varsa, saf ve temiz kalpli şehir çocukları da vardır. Onlar nerede?
Cem Yılmaz saflığı, samimiyeti eski Türk filmlerinde arıyor. Şahan Gökbakar ise kendi yarattığı tiplemelerde. İkisi de bir hayalin peşinde. O hayallerinin, sıradan insanınkinden farkı çok karlı olmaları...

***

'Aracın beyni kilitlendi'

Olayı biliyorsunuz: Geçen gün Üsküdar'da bir halk otobüsü, durağa dalarak üç kişinin ölümüne yol açtı.
Hemen bildik açıklama geldi: "Otobüsün beyni kilitlenmiş." Mübarek sanki altındaki "kompile" elektronik bir Tesla da, beyni kilitleniyor.
Benim böyle bir lafa inanmam mümkün değil. Zaten görgü tanıkları da, "Çok hızlı gidiyordu, geçecek sandık ama aniden yön değiştirip durağa yöneldi" diyor.
Niye inanmam? Çünkü kendimi bildim bileli otobüse binerim. Skoda'lar, Leyland'lar, Ikarus'lar; neler neler gördüm. Sürücülerin araç kullanma tarzlarını bilirim.
Belediye otobüslerinde hız yapan, riske giren şoför vardır ama azdır. Çünkü fazla yolcu taşımanın şoföre bir getirisi yoktur. (Önemli not: Otobüs teknolojisi ilerledikçe, hız yapan belediye şoförü sayısı da artıyor.)
Halk otobüslerinde ise birinci faktör rekabettir. Şoför durağa, diğer otobüslerden önce girmeye çalışır. Bu amaçla çeşitli hız ve manevra atraksiyonları yapar.
Bir başka numara, durağın hemen başında durarak müşteri toplamaya çalışmaktır. Böylece arkadan gelen otobüsleri engellemiş olur.
Diğer bir engelleme şekli de, yol izin veriyorsa, durağın iki-üç metre açığında durmaktır. Bu sayede diğer otobüslerin yanaşmasını engeller.
Velhasıl bu tip kazalarda hatalı olan insandır. Hele "Beyin kilitlendi" lafı, tam bir Türk yalanıdır. Hatayı makineye yükleyip paçayı kurtarma çabasıdır.

***

Eziyet etme arzusu

Yargıtay'ın kararı, cimrilik konulu dünkü yazıyı tuşladıktan sonra geldi: Ev kadını eşine, imkanı olduğu halde harçlık vermeyen kocayı Yargıtay suçlu bulmuş. "Bu yaptığı ekonomik şiddettir" demiş.
Medya "cimri koca" diyor ama olay gerçekten cimrilik mi; yakından bakmak gerekir. Çünkü çoğu durumda bu davranış, eli sıkı olmaktan değil, eziyet etme arzusundan kaynaklanır. Yani sadizmdir.
Adam acı verme arzusunu, döverek değil, mahrum bırakarak tatmin etmektedir. Ancak sorarsanız, "Efendim ben tutumlu bir insanım, tabii biraz aşırıya gittiğim söylenebilir" diyecektir.
Halbuki tutumlu olmakla, cimrilik arasında dağlar kadar fark var. Cimriliğin vardığı noktaları dün anlatmaya çalışmıştım.
Öte yandan kimseyi üzmeden de tutumlu davranmak mümkün. Bunun birkaç basit ilkesi var:
1) İhtiyaçlar ile arzular arasında ayrım yapmak: Makul fiyatlı bir telefon işini görecekken, modaya uyup borçharç son modeli almak.
2) İsraf etmemek: Arka odanın ışığı niye açık?
3) İşlevi aynı iki üründen, ucuzu varken, pahalısını almamak: Bunun örneğini ayrıntılı hesaplarla kağıt havlu konusunda vermiştim. (Bakınız: Kaliteli Kazıklar yazısı, 9 Eylül)
Kağıt havlu deyince aklıma geldi. Eğer süpermarketten az para harcamış olarak çıkmak istiyorsanız, işte bilimcilerin gösterdiği yol: Mağazaya girince önce tuvalet kağıdı alacak ve paketi gözünüzün önüne koyacaksınız. Siz farkına varmasanız da, bilinçaltınız o görüntüden kurtulmak isteyecektir (tuvalet kağıdının neleri hatırlattığı hepimizin malumu.)
Sonuç: En gerekli ürünleri alıp kısa sürede marketten çıktınız. Normalden yüzde 30 daha az harcadınız. Tamamen psikolojik ve acısız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA