Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Yeniden AB ama nasıl?

Başbakan Erdoğan pazartesi günü AB ülkelerinin büyükelçilerine verdiği yemekte, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefinden vazgeçmediğini yeniden ifade etti. Başbakan'ın peş peşe sıraladığı argümanların tek bir mesajı var: Biz AB'ye tam üyelik için yapılması gerekenleri yapmaya hazırız. Peki AB de buna hazır mı?
Birkaç yıldır sürekli dile getirilen "Hükümet AB'den vazgeçti" eleştirisi, Hükümetin AB'ye araçsal yaklaştığı, kendi 'dinci' gündemini hayata geçirmek için bir çıpa olarak kullandığı fikrine dayanıyor. İdeolojik muhalefet yapanlar, Hükümetin demokrasiye de araçsal baktığını, aslında gerçek manada demokratikleşme diye bir gündeminin olmadığını iddia ediyor. AB sürecindeki duraklama, bunun bir delili olarak takdim ediliyor.
Son üç yılda AB sürecinde bir duraklama dönemine girildiği doğru. Ama bunun sebebi Hükümetin hevesini yitirmesi mi? 2007 ve 2008, Türkiye'de demokratik düzen için imtihan yıllarıydı. Fakat bu yıllar aynı zamanda Türk demokrasisi için kayıp yıllardı. 27 Nisan muhtırası, erken seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi, artan PKK saldırıları, Kuzey Irak'la yaşanan gerilim, AK Parti aleyhine açılan kapatma davası, Türkiye'yi yeni bir türbülansa sürükledi. Bu olağanüstü gündemi, küresel ekonomik kriz takip etti. Ardından 29 Mart yerel seçimlerini yaşadık. Bu süre zarfında yaşanan laiklik ve rejim tartışmaları, sivil-asker ilişkileri, Kürt sorunu, Alevilik açılımı ve Ermeni soykırım iddiaları, bir gündem kilitlenmesini de beraberinde getirdi. Bu kilitlenmenin sistem içindeki başka hesaplaşmaların sonucu olduğu bir sır değil.
Bu sorunlar, Türkiye'nin iç meseleleridir. Normal işleyen bir demokraside bu tür sorunlar katılımcı ve müzakereci siyaset yoluyla çözülür. Fakat bunlar aynı zamanda AB süreciyle de ilgilidir. Zira AB süreci, yaygın kanaatin aksine bir dış politika değil, iç politika meselesidir. AB uyum sürecinin birinci hedefi, iç siyasi ve hukuki reformları hayata geçirmektir. Yani tam demokratik bir sistemin işler hale getirilmesidir. Nitekim AB müktesebatında dış politikayla ilgili çok az konu vardır.
Bu tablo, AB sürecinin son üç yılda neden yavaşladığını kısmen izah ediyor. Ama konu bundan ibaret değil. Avrupa tarafında daha büyük sorunlar var. Alman ve Fransız devlet başkanlarının öncülüğünü yaptığı Türkiye karşıtlığı, Türkiye'de doğal ve meşru bir tepkiye yol açmıştır. Türkiye'de hiçbir siyasi aktörün bu açık ve haksız muhalefeti hazmetmesi ve kamuoyuna anlatması mümkün değildir. Fakat mesele burada da bitmiyor. Fransa'nın girişimiyle beş fasıl şu anda müzakereye kapatılmış durumda. Kıbrıs'ta yılsonuna doğru bir adım atılsa bile bu fasılların açılacağının bir garantisi yok. Zira Sarkozy'nin tutumu farklı saiklerden besleniyor.
21'inci yüzyılda güçlü bir aktör olmak için Türkiye siyasi ve hukuki reformlar konusunda cesur adımlar atmalı. Bunu AB çıpası üzerinden ya da başka bir saikle yapmak çok önemli değil. Önemli olan Türkiye'deki demokratik olgunluğun ve özgürlükçü ruhun yerleşmesidir. "Özgürlükler bölmez, birleştirir" diyen bir Türkiye, bütün vatandaşlarını kucaklayabilir. Fakat bunun için siyasetin ideolojik muhalefetten reel siyasete dönmesi gerekiyor. Her demokratikleşme hamlesini vatana ihanet olarak görmek, hükümeti yıpratmaz, Türkiye'yi zayıflatır.
Avrupa cephesinde işler daha da karmaşık. Türkiye'den bağımsız olarak Avrupa'nın kafası karışık. Hem Avrupa-merkezcilikten uzak, hem çoğulcu hem de küresel güce sahip bir Avrupa'nın nasıl inşa edileceğini kimse bilmiyor. Avrupa'nın iki büyük düşünürü Habermas ve Derrida'nın 2003'te yayımladığı ünlü mektupları bu noktanın altını çiziyordu. Kant'ın küresel "kozmopolitan düzen" idealine ulaşmak için önce Avrupa'nın kendi içinde bir düzen inşa etmesi gerekiyor. Muhtevadan çok giderek prosedürel bir nitelik kazanan AB, bu vizyonun gerisinde görünüyor.
Öyle ki bize "imtiyazlı ortaklık" teklif edenler dahi bunun tam olarak ne manaya geldiğini bilmiyor. Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier gazetecilerle yaptığı bir sohbet sırasında bunu açıkça itiraf etti. Almanya ziyareti sırasında Obama'nın "Türkiye'yi neden AB'de istemiyorsunuz?" sorusuna Merkel'in cevap verememesi de bu zihin karışıklığını teyit ediyor. Acaba aynı soruyu Sarkozy'ye sorsak ne cevap alırdık?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA